birisinden küçük bir eser dahi bir nevi antikalık rağbeti-
ne şayan olmasına olan ümit, beni eser yazmaya cesaret
vermişlerdir. Yoksa ben bilmez değilim ki, eserlerim ba-
zen hem hakikatşiken, hem nazımşiken, hem üslûpşi-
ken, hem hayalşiken, hem hisşiken, hem ifratâlûddur.
lâkin, ne yapayım, başka türlü de olamazdı. zira, tam
bir asrı bir seneye sıkıştıran ve yedinci asırdan on üçün-
cü asra kadar benim gibi kurun-i Vusta adamlarının
hayalini yuvarlandırmakla; her bir asır bir his ve bir tesi-
ri karıştırıp birinci eserimi ilham eden temmuz’un inkı-
lâb-ı mes’udunun teşvikiyle; hem de bütün devair ve ta-
bakat-ı mütedâhile-i mütesafileyi karıştıran ve istibdadın
tazyik-i mecnunânesiyle vücuda atılan ve doktorların to-
kadıyla ademden tımarhane kapısıyla dışarıya fırlayan
cinnet hatıratı olan eserimi tekmil edip,
iki mekteb-i mu-
sibet Şahadetnamesi’
ni ibraza beni mecbur eden Mart ve
Mayıs, meş’um ve müthiş olan ihtilâl ve inkılâbın verdiği
heyecan ile; hem de gayet mütenevvia ve muhtelife ta-
bâyi ve hissiyatı tazammun eden ve şu iki reçeteyi vücu-
da getiren üssülesas-ı mesleğim elmas misal olan İslâmi-
yet hissinin sadefi ve kürdlükle memzuç olan milliyet fik-
rinin verdiği ders ile şöyle eserleri intaç etti. demek, her
bir eserim birkaç asrın fezlekesi ve kürd taifelerinin tabi-
atlarının enmuzeci ve gayet muhtelife etvarımın numu-
nesi olduğundan, hakikî intizamı onda aramak abestir.
evet, edebin değil, belki edebiyatın kanununa karşı
âsârımı muhalefete sevk eden yedi esbaptır.
abes:
boş saçma, lüzumsuz ve ga-
yesiz iş.
adem:
yokluk, hiçlik.
antika:
değerli ve mükemmel sa-
nat eseri.
âsâr:
eserler.
asır:
yüzyıl, asır.
bazen:
zaman zaman, ara sıra, her
zaman değil.
cinnet:
delilik.
devair:
daireler.
edebiyat:
güzel etkili konuşma ve
yazma. Bu sanatı inceleyen bilim.
edep:
iyi ahlâk, güzel terbiye.
elmas:
çok kıymetli bir mücevher.
enmuzeç:
numune, misal, model.
esbap:
sebepler.
etvar:
tavırlar, davranışlar; yaşayış
biçim ve tarzları.
fezleke:
özet, netice.
gayet:
son derece.
hakikatşiken:
hakikati kıran, inci-
ten.
hakikî:
gerçek.
hatıratı:
anılar.
hayalşiken:
hayal kıran, hayal kırı-
cı.
his:
duygu.
hissiyatı:
hisler, duygular.
hisşiken:
hisleri inciten, kıran.
ibraz:
belirtme, ortaya koyma,
meydana çıkarma, gösterme.
ifratâlûd:
aşırılıkla karışık, aşırımsı.
ihtilâl:
ayaklanma, devlete isyan,
bozukluk, karışıklık.
iki mekteb-i musibet Şahadetna-
mesi:
Said Nursî’nin bir eseri.
ilham:
belli bilgi vasıtalarına baş-
vurmadan Allah tarafından insanın
kalbine veya zihnine indirilen ma-
na.
inkılâb-ı mes’ut:
1908 yılı 2. Meş-
rutiyetin ilânı
inkılâp:
bir hâlden diğer bir hâle
geçme; değişim, köklü değişim.
intaç:
netice verme, doğurma.
intizamı:
düzgünlük, tertipli olma.
islâmiyet:
Müslümanlık.
istibdat:
kanuna ve nizama tâbi
olmayan, keyfî, baskıcı yönetim;
zulüm ve tahakküm.
kurun-i Vusta:
Orta Çağ; M.S. 395
yılından 1453’e kadar süren çağın
adı.
lâkin:
ama, ancak, fakat.
mecbur:
zorlanmış, icbar gör-
müş.
memzuç:
mezç olunmuş, ka-
rıştırılmış, karışmış.
meş’um:
uğursuz.
misal:
benzer, örnek.
muhalefet:
aykırı, zıt.
muhtelife:
başka başka.
mütenevvia:
çeşit çeşit, deği-
şik; mütenevvi.
müthiş:
dehşet veren, ürkü-
ten, dehşetli, korkunç.
nazımşiken:
intizamsız.
nevi:
çeşit, tür.
numune:
örnek.
rağbet:
itibar etme, değer ver-
me
sadef:
sedef, inci kabuğu.
sevk:
önüne katıp sürme, yö-
neltme.
şayan:
lâyık, uygun, yaraşır,
değer, münasip.
tabakat-i mütedâhile-i mü-
tesafile:
bir birini takip eden iç
içe geçmiş tabakalar.
tabâyi:
huylar, tabiatlar.
tabiat:
huy, karakter.
taife:
topluluk.
tazammun:
içine alma, içer-
me.
tazyik-i mecnunâne:
delice
baskı ve sıkıntı verme.
tekmil:
tamamlama, kemale
erdirme, mükemmelleştirme.
teşvik etmek:
kışkırtmak, ce-
saret vermek.
üslûpşiken:
anlatımı bozan.
üssülesas-i meslek:
gidilen
yolun temelinin esası, özü.
vücut:
var olma, varlık.
m
ünazaraT
| 202 |
Eski said dönEmi EsErlEri