•
evvelâ
: sabavetimden beri kâh kuyu dibinde, kâh
minare başında gibi fehmen istidatlarda bulunuyorum,
kâh gayet dakik bir hakikat davetsiz elime geliyor; kâh
gayet tanışım, dostum olmuş bir hakikat ecnebi olup ta-
nımıyorum. Hatta bir günde kâh gayet cahil, kâh tecrü-
beli bir siyasî gibi işe karışmak isterim.
•
Saniyen
: Meşrutiyetin fecr-i sadıkına kadar inşa ve
kitabette tamamen hem ümmî, hem acemiydim. Her ne
ki inşa ettimse, üstadımız olan meşrutiyetten öğrendim.
Cinan-ı cenanda yemişler kemale ermemişken kopar-
dım. eğer size ekşi gelirse, yüzünüzü ekşitip abus, kam-
tarir olmayınız.
•
Salisen
: Müstahak olmadığım teveccüh-i ammeden
neş’et eden bir şöhret-i kâzibe, bana tahmil ettiği vazife-i
mühimme ile, aczden neş’et eden atlamakla nümayişe,
sahte ehliyetle ehil olmadığım bir şeye girişmeye mecbur
oldum.
•
Rabian
: Fıtraten bendeki gurur, milliyeten bendeki
fahriye, mesleken bendeki tahdis-i nimet, meşreben
bendeki meyl-i tefevvuk, kavmiyeten bendeki meyl-i te-
cellüt ve meyl-i nümayiş, şaş adama eserlerimde hakikat-
ten fazla bir enaniyet gösteriyor.
evet, enaniyet var; benim değil, milletimin enaniyeti-
dir. Benlik var; benim değil, sınıfım olan melâik-i meda-
risin izzetidir.
rin melekleri manasında olan bu
ifade, “medrese talebeleri ve ho-
caları” için söylenmiştir.
meslek:
yol, usul, gidiş; sanat, ge-
çim için tutulan yol; sistem; mez-
hep, maneviyatta tutulan.
meşreben:
manevî feyiz ve haz
alınan yol itibarıyla.
meşrutiyet:
bir hükümdarın baş-
kanlığı altındaki millet meclisi ile
idare edilen devlet sistemi.
meyl-i nümayiş:
gösteriş yapma
arzusu, isteği.
meyl-i tecellüt:
şecaatli ve cesur
görünme arzusu.
meyl-i tefevvuk:
başkalarından
üstün olma eğilimi, isteği
müstahak:
lâyık.
neş’et etmek:
meydana gelmek,
oluşmak, çıkmak.
nümayiş:
gösteri.
rabian:
dördüncü olarak.
sabavet:
çocukluk, sabîlik.
salisen:
üçüncü olarak.
saniyen:
ikincisi.
siyasî:
politik.
şaş:
şaşı.
şöhret-i kâzibe:
yalancı, aldatıcı
şöhret, nam.
tahdis-i nimet:
Cenab-ı Hakka
karşı şükrünü eda etme ve teşek-
kür etme maksadıyla, nail olduğu
nimeti anma, onunla sevincini ve
şükrünü bildirme.
tahmil etmek:
yüklemek; bir işi
birinin üzerine bırakmak.
tanış:
bilinen, arkadaş.
tecrübeli:
yaşamış, bir iş hakkında
bilgili olan.
teveccüh-i amme:
herkesin, hal-
kın, kamunun ilgisi ve sevgisi.
ümmî:
yazıyla ifadede deneyim-
siz.
vazife-i mühimme:
önemli vazife.
abus:
asık ve ekşi yüzlü.
acemi:
tecrübesiz.
acz:
güçsüzlük.
benlik:
nefsi önde tutma, ena-
niyet, kibir, gurur.
cahil:
bilgisiz.
cinan-ı cenan:
kalb ve ruh
bahçeleri.
dakik:
ince ve derin, ufak, du-
yulmaz; dikkatli ve ölçülü dav-
ranan.
ecnebi:
yabancı.
ehil:
usta, uzman.
ehliyet:
yeterlilik, ustalık.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, egoistlik.
evvelâ:
birinci olarak, her şey-
den önce, ilk önce.
fahriye:
övünme.
fecr-i sadık:
gerçek aydınlık,
sabaha karşı doğu ufkunda
yayılmaya başlayan beyaz ay-
dınlık.
fehmen:
anlayış bakımından.
fıtraten:
yaratılış olarak, yara-
tılış bakımından.
gayet:
son derece.
gurur:
kibir, kendi yüksek ve
değerli tutarak böbürlenme.
hakikat:
gerçek.
hakikatten:
gerçekten.
inşa:
kaleme alma, yazı yaz-
ma; yapma, vücuda getirme;
yaratma.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
izzet:
şeref, yücelik, değer.
kâh:
zaman olur, bazen.
kamtarir:
çatık kaşlı.
kavmiyeten:
kavim açısından,
yönünden.
kemale ermek:
olgunlaşmak.
kitabet:
yazım.
mecbur:
zorlanmış, icbar gör-
müş.
melâik-i medaris:
medresele-
Eski said dönEmi EsErlEri
| 203 |
m
ünazaraT