tembel kalıp da onun yolunu yapmazsanız, tembellik et-
seniz, yüz sene sonra tamamen cemalini göreceksiniz.
zira sizinle İstanbul arasındaki mesafe bir aylıktır; fakat
sizinle ehl-i meşrutiyet arasındaki mesafe bin aydan faz-
ladır. zira eski zamanın adamlarına benzersiniz. o nazik
meşrutiyet, İstanbul havalisindeki yılanlardan kurtulsa, şu
uzun mesafeden geçmekle, cehalet gibi müthiş bataklığı,
fakr gibi mütevahhiş kıraçları, husumet gibi gayet keyşer
dağları katetmekle beraber, eşkıyaya rast gelecektir.
ezcüml e
: Bazı ceza-i sezasını hazmetmeyen, bir kı-
sım da başkasının etini yemekten dişi çıkarılan ve bazı
bir meşhur Bektaşî gibi mana verenler, yol üzerine çıkıp
gasp ve garet ediyorlar. daha onların öte tarafında da
bir kısım gevezeler vardır; bazı bahane ile, parça parça
etmek istiyorlar. öyle ise, ona bir yol veyahut bir balon
yapınız.
Sual:
“Biz me’yus olduk; daha ne vakit bize gelecek-
tir?”
Cevap:
Yeis, aczden gelir. Yeis, mâni-i herkemaldir.
Hamiyet ise, şiddet-i mevanie karşı şiddetle metanet
etmektir. Hâlbuki şu zaman, mümteniat-ı adiyeyi müm-
kün derecesine indiriyor. Çabuk ye’se inkılâp eden ha-
miyet, hamiyet değildir. Ben, sizi tembellikten kurtarmak
için, kabahatlerinizi gösteririm. ona çabuk gelmek isti-
yorsanız, işte marifet ve faziletten demir yolunu yapınız;
tâ ki meşrutiyet, medeniyet denilen şimendifer-i kemalâ-
ta binip ve terakkiyat tohumlarını bindirerek, kısa bir
acz:
güçsüzlük.
bahane:
asıl sebebi gizlemek için
ileri sürülen uydurma sebep.
balon:
havadan ulaşım aracı zep-
lin
Bektaşî:
Hacı Bektaş-ı Veli tarikati-
ne mensup kişi; dinin şeklî gerek-
lerini ihmal eden, rind kişi.
cehalet:
bilgisizlik, cahillik.
cemal:
güzellik, Cenab-ı Hakkın lü-
tuf ve ihsanı ile tecellisi.
ceza-i seza:
hak edilen ceza.
ehl-i meşrutiyet:
meşrutiyetçiler.
eşkıya:
soyguncu, yol kesen.
ezcümle:
bu cümleden, meselâ.
fakr:
fakirlik.
fazilet:
değer, meziyet, iman ve ir-
fan itibarıyla olan yüksek derece.
garet:
yağmalama.
gasp:
başkasının malını rızası ol-
madan zorla almak.
gayet:
son derece.
hâlbuki:
oysa, oysa ki.
hamiyet:
gayret.
havali:
bölge, etraf, çevre, civar.
hazmetmek:
sindirmek.
husumet:
düşmanlık.
inkılâp:
bir hâlden diğer bir hâle
geçme; değişim, köklü değişim.
kabahat:
suç, kusur.
katetmek:
aşıp geçmek; kes-
mek, atmak.
keyşer:
sarp, yalçın.
kıraç:
verimsiz toprak.
mana:
anlam.
mâni-i herkemal:
her kemal
ve ilerlemenin engeli.
marifet:
bilgi, bilme, tanıma,
hüner, anlatma, övme, ustalık.
me’yus:
ümitsiz, ye’se düş-
müş, ümidi kesilmiş, kederli.
medeniyet:
medenîlik, uygar-
lık.
mesafe:
uzaklık, ara.
meşhur:
şöhretli.
meşrutiyet:
bir hükümdarın
başkanlığı altındaki millet
meclisi ile idare edilen devlet
sistemi.
metanet:
metin olma, daya-
nıklılık, sağlamlık.
mümkün:
imkân dâhilinde.
mümteniat-ı adiye:
adî, basit,
geçersiz imkânsızlıklar.
mütevahhiş:
tevahhuş eden,
korkan, ürken, yadırgayan.
müthiş:
dehşet veren, ürkü-
ten, dehşetli, korkunç.
nazik:
narin, ince.
ona çabuk gelmek isteme:
onun çabuk gelmesini isteme.
sual:
soru.
şiddet-i mevani:
engellerin,
mânilerin şiddeti.
şimendifer-i kemalât:
mü-
kemmellik, kemalât treni.
tâ:
dek, değin, kadar.
tamamen:
bütün olarak.
terakkiyat:
ilerlemeler, geliş-
meler.
vakit:
zaman.
yeis:
ümitsizlik, elem, keder.
zira:
çünkü.
m
ünazaraT
| 214 |
Eski said dönEmi EsErlEri