yalana alışıyor, daima aşağıya iniyor. zira, sa’y-i insanî-
nin buharı hükmünde olan şevk, müntafi oluyor. Ağala-
rı ve büyükleri, omuzlarına biner tâ yalnız görünsün, on-
ların etlerinden yer tâ büyüsün. o milletin gonca misal
istidadatı üzerine o reis perde olup ziyayı göstermiyor.
Belki, yalnız o neşvünema bulur, inkişaf eder, açılır. eğer
müşahhas istibdadı görmek arzu ediyorsanız, işte size
şu...
Sual:
“Aman, bu kadar istibdadın fena bir zehri var-
ken, aciptir ki, biz bu kadar kalmışız!”
Cevap:
Acip değildir. İhtilâftan bazen istifade olunur.
o pis istibdadın taaddüdü için, birbirinin kuvvetini bir de-
rece kırar, tadil ederdi; yoksa işiniz fena idi.
Sual:
“İkinci kısım nasıldır?”
Cevap:
Bir büyük adam, hakka isnat ile aklı istimal
edip muhabbetle milletini kendisine rapt, zîrdostânının
omuzları üstüne çıkmaz, altına girer, yükseltir, şevklerini
uyandırır, bir iyilik olursa manen millete tevzi eder, her-
kese bir parça namus düşmekle şevki arttırır, hak yerini
bulmak için milletini ziya-i marifete karşı tutar, gonca mi-
sal olan o milletin hissiyatına zülâl-i muhabbet ve aklı gön-
derir, neşvünema verirse,
(1)
r
ºo
¡o
e p
OÉn
N p
?r
ƒn
?r
dG o
óu
«°n
S
hadis-i şe-
rifte meşrutiyetli reise misal-i müşahhas olur.
Meşrutiyeti gözle görmek istiyorsanız, işte şu aynaya
bakınız.
örnek; şahıs suretine benzer.
misal:
benzer, örnek.
muhabbet:
sevgi, sevme.
müntafi olmak:
sönmek.
müşahhas:
tanınmış, ne olduğu
anlaşılmış; şahıslanmış, şahıs sure-
tine girmiş; gözle görülür bir şekil-
de, apaçık olarak.
namus:
edep, hayâ, ahlâk, doğru-
luk gibi faziletlerin sonucu olan ve
yüksek değer taşıyan haslet.
neşvünema:
büyüme ve yetişme,
gelişme.
rapt:
bağlama, bağlanma, iliştir-
me.
reis:
başkan.
sa’y-i insanî:
insanın çalışması,
gayreti.
sual:
soru.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek ve
heves.
tâ:
dek, değin, kadar.
taaddüt:
birden çok olma, bir kaç
tane olma; çoğalma, sayısı artma.
tadil etmek:
doğrultmak, düzelt-
mek, aslına uygun şekilde değiştir-
mek.
tevzi:
dağıtma, herkese payını
verme.
zira:
çünkü.
zîrdostân:
el altındaki halk, idare-
sinde bulunanlar; âcizler.
ziya-i marifet:
bilgi ışığı.
ziya:
ışık.
zülâl-i muhabbet:
sevginin tatlı
suyu.
acip:
hayret veren, hayrette
bırakan.
arzu:
bir şeye karşı duyulan is-
tek, heves.
bazen:
zaman zaman, ara sıra,
her zaman değil.
daima:
sürekli.
fena:
kötü.
hak:
adalet.
hak:
doğru; adalet, insaf.
hissiyat:
hisler, duygular.
hizmet:
bir uğurda bir işin ya-
pılması için çalışma.
hükmünde:
değerinde.
ihtilâf:
anlaşmazlık, uyuşmaz-
lık, karışıklık, ikilik.
inkişaf etmek:
ortaya çıkmak,
keşfolunmak.
isnat:
dayanma, dayandırma.
istibdat:
kanuna ve nizama
tâbi olmayan, keyfî, baskıcı
yönetim; zulüm ve tahakküm.
istidadatı:
kabiliyetler, yete-
nekler.
istifade olunmak:
yararlan-
mak, faydalanmak.
istimal etmek:
kullanmak.
manen:
duyguca, ruhça, mana
itibarıyla.
meşrutiyet:
bir hükümdarın
başkanlığı altındaki millet
meclisi ile idare edilen devlet
sistemi.
meşrutiyetli:
meşrutiyeti tat-
bik eden.
misal-i müşahhas:
bilinen bir
Eski said dönEmi EsErlEri
| 219 |
m
ünazaraT
1.
Halkın efendisi, ona hizmet edendir. (Keşfü’l-Hafâ, 1:463.)