her taifede onun sanatına ait bir nevi meşrutiyeti tevlit
eder. Hatta ulemada, medariste, talebede bir nevi meş-
rutiyeti intaç eder. evet, her taifeye ona mahsus bir meş-
rutiyet, bir teceddüt ilham olunuyor. İşte, şu arkasında
şems-i saadeti telvih eden ve temayül ve incizap ve imti-
zaca yüz tutan lemaat-ı meşverettir ki, bana meşrutiyet
hükûmetini bu kadar sevdirmiştir. Bence taklidin temeli-
ni atıp, ihtilâfatı çıkarmakla, Mutezile, Cebriye, Mürcie,
Mücesseme gibi dalâlet fırkalarını İslâmiyet’ten intaç
eden mesail-i diniyedeki istibdad-ı ilmîdir ve nefsü’l-emir-
de mukayyet olan şeyde ıtlaktır.
(HaşİYe 1)
Meşrutiyet-i il-
miye hakkıyla teessüs etse, meyl-i taharri-i hakikatin im-
dadıyla, fünun-i sadıkanın muavenetiyle, insafın yardı-
mıyla, şu fırak-ı dâlle ehl-i sünnet ve Cemaate dâhil ola-
cakları kaviyyen me’muldür. Şu fırkalar, eğer, çendan
bir hizip olarak görünmüyor, fakat efkârda tahallül ede-
rek münteşiredir. Herkesin dimağında onların meylettiği
mesleğe meyelân bulunabilir. Hatta, eğer bir dimağ bü-
yütülse, maani tecsim edilirse, şu fırak, sinematografva-
ri
(HaşİYe 2)
o dimağda temessül ettiği görülecektir. Şu kıs-
sa uzundur, makamı değil; siz suallerinizi ediniz.
Sual:
“Şu meşrutiyet, büyüklerimizi, beylerimizi kır-
dı; fakat bazıları da müstahak idi. Hem de, maddeten bir
şey görmeden yalnız meşrutiyetin namını işitmekle, ken-
di kendilerine düştüler. Bunun hikmeti nedir?”
HaşİYe 1:
dikkat lâzımdır.
HaşİYe 2:
kürdlere medeniyetin garabetini zikrettiğim sırada sinema-
tografı tarif etmiştim.
Cebriye:
insanın iradesini inkâr
ederek, kulun, rüzgâr önündeki
yaprak gibi, kaderin mahkûmu ol-
duğunu ileri süren batıl itikadî bir
mezhep.
cemaat:
topluluk.
çendan:
gerçi,.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten ay-
rılmak sapmak.
dimağ:
akıl, şuur.
efkâr:
fikirler, düşünceler.
ehl-i sünnet:
Peygamberimizin
hak yolunda yürüyenler.
fırka:
grup, parti, mezhep.
fırak-ı dâlle:
sapık gruplar, dalâlet
fırkaları, ehl-i sünnetten ayrılan
gruplar, hak yoldan ayrılmış grup-
lar.
fırak:
gruplar.
fünun-i sadıka:
doğru, hakikî, ger-
çek fenler.
garabet:
tuhaflık.
haşiye:
dipnot.
hikmet:
her şeyin belirli gayelere
yönelik olarak, manalı, faydalı ve
tam yerli yerinde olması.
hizip:
bölüm, parti, grup.
ıtlak:
salıverme, bırakmak, koy-
verme, serbest bırakma, serbest
olup her tarafta bulunmak; ceza-
dan kurtulmak, boşama, boşan-
ma, affetmek.
ihtilâfat:
ayrılıklar, farklılıklar.
ilham:
Allah tarafından insanın
kalbine veya zihnine indirilen ma-
na.
imdat:
yardım.
imtizaç:
kaynaşmak, karışma.
incizap:
cezbedilme, çekilme.
intaç etmek:
sonuç vermek.
istibdad-ı ilmî:
ilmin ve ilim adam-
larının baskısı.
kaviyyen:
kuvvetle, güçlü olarak.
kıssa:
ibret verici hikâye.
lemaat-ı meşveret:
meşveretin
ışığı, parıltısı.
maani:
manalar, anlamlar.
mahsus:
özel.
me’mul:
umulan, ümit edilen.
medaris:
medreseler.
medeniyet:
medenîlik, uygarlık.
mesail-i diniye:
dinî meseleler.
meslek:
yol, usul, gidiş.
meşrutiyet:
serbestlik, özgürlük,
hürriyet.
meşrutiyet-i ilmiye:
ilmî çalışma-
ların hiçbir baskı görmeden yapıla-
bilmesi. İlim adamlarının endişesiz
olması.
meyelân:
yönelim, eğilim.
meyl-i taharri-i hakikat:
hakikati,
gerçeği arama eğilimi.
meyletmek:
yönelmek.
muavenet:
yardım.
mukayyet:
bağlı, kayıtlı.
mutezile:
Emevîler devrinde orta-
ya çıkan ve Allah’ı tenzih etmek
maksadıyla meseleleri sırf
akılla izaha çalışan ve “Kul fiili-
nin yaratıcısıdır” görüşüne ina-
nan batıl bir itikadî mezhep.
mücesseme:
Allah’a, el, yüz,
göz gibi azalar verip, cisim is-
nat eden batıl mezhep.
münteşire:
yaygın.
mürcie:
Ehl-i Sünnet mezhebi-
ne muhalif, batıl bir itikadî
mezhep.
müstahak:
lâyık.
nefsülemir:
haddizatında, as-
lında.
nevi:
çeşit, tür.
sinematograf:
hareketli gö-
rüntülerin kaydı ve gösterimi
için kullanılan aygıt; sinema.
sinematografvari:
sinema gi-
bi.
şems-i saadet:
saadet, mutlu-
luk güneşi.
tahallül etmek:
içine girmek,
hulûl etmek, karışmak.
taife:
topluluk.
teceddüt:
yenilenme.
tecsim etme:
cisimlendirme,
vücut verme.
teessüs etmek:
yerleşmek,
kökleşmek; kurulmak.
telvih etme:
gizli olarak, ima
yoluyla açıklama.
temayül:
yönelme, eğilme.
temessül:
bir şeyin bir yerde
suret ve mahiyetini aksettir-
mesi, benzeşme, cisimleşme,
şekillenme.
tevlit etme:
doğurma, ortaya
çıkarma.
ulema:
âlimler, bilginler.
zikretme:
anma, bildirme.
m
ünazaraT
| 216 |
Eski said dönEmi EsErlEri