meşrutiyetin birinci ihsanı olan af ve istirahat-i umumiye-
yi fikr-i intikamına yediremediğinden herkesin asabına
dokundurmakla tâ heyecana gelip terbiye görmekle te-
şeffî isteyenlerdir.
Sual:
“neden bunların umumuna fenâ diyorsun?
Hâlbuki, hayırhahımız gibi görünüyorlar.”
Cevap:
Hiçbir müfsit, “Ben müfsidim” demez; daima
suret-i haktan görünür, yahut batılı hak görür. evet, kim-
se demez “Ayranım ekşidir.” Fakat, siz mihenge vurma-
dan almayınız. zira, çok silik söz, ticarette geziyor. Hat-
ta, benim sözümü de, ben söylediğim için hüsnüzan
edip, tamamını kabul etmeyiniz; belki ben de müfsidim
veya bilmediğim hâlde ifsat ediyorum. öyle ise, her söy-
lenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size
söylediğim sözler hayalin elinde kalsın; mihenge vuru-
nuz. eğer altın çıktı ise kalbde saklayınız, bakır çıktı ise
çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana
reddediniz, gönderiniz.
Sual:
“neden hüsnüzannımıza suizan edersin? eski
padişahlar ve eski hükûmetler seni haktan çeviremedi,
jön türkler sizi kendilerine ram ve müdaheneci edeme-
diler. zira, seni hapis ettiler, asacaklardı; sen tezellül et-
medin, merdane çıktın. Hem, sana büyük maaş verecek-
lerdi; kabul etmedin. demek, sen onların taraftarlığı için
demiyorsun. demek, hak taraftarısın.”
hapis:
alıkoyma, bir yere ka-
patıp dışarı çıkarmama.
hayırhah:
iyilik, hayır isteyen.
hüsnüzan:
bir kimse veya
mesele hakkında güzel dü-
şünceye sahip olma; müspet
düşünme.
ifsat etmek:
bozmak, fesat çı-
karmak, karıştırmak.
ihsanı:
bağışlama, ikram et-
me, lütuf.
istirahat-i umumiye:
bütün
milletin rahatı.
Jön Türk:
batı tarzı yenileşme
taraftarı genç Osmanlı.
merdane:
mertçesine; er kişi-
ye yakışır surette.
meşrutiyet:
bir hükümdarın
başkanlığı altındaki millet
meclisi ile idare edilen devlet
sistemi.
mihenk:
ölçü, tartı; altının
ayarını ölçmekte kullanılan
taş.
müdaheneci:
dalkavuk.
müfsit:
ifsat eden, bozan; fe-
satlık eden, ara açan; karıştırı-
cı, bozucu.
ram etmek:
boyun eğdirmek,
itaat ettirmek.
reddetmek:
geri göndermek;
kabul etmemek.
sual:
soru.
suizan:
bir kimse hakkında
kötü düşünceye sahip olma;
fena, kötü sanma.
suret-i hak:
doğru taraf, hak
taraf.
terbiye:
eğitme, yol gösterme.
teşeffî:
rahatlama, yüreği so-
ğuma; öç alma.
tezellül etmek:
alçalmak, zil-
lete düşmek.
umumuna:
tümüne
zira:
çünkü.
m
ünazaraT
| 230 |
Eski said dönEmi EsErlEri
asap:
sinir, sinirler ve damarlar.
batılı:
hakikatsiz, geçersiz, yalan.
beddua:
bir kimsenin kötülüğü
için edilen dua.
daima:
sürekli.
fenâ:
kötü.
fikr-i intikam:
öç alma, intikam
fikri.
gıybet:
birisinin aleyhinde konuş-
ma, kötüleme.
hak:
doğru, gerçek.
hak:
doğru.
hâlbuki:
oysa, oysa ki.