Cevap:
evet, hakkı tanıyan, hakkın hatırını hiçbir ha-
tıra feda etmez. zira, hakkın hatırı âlîdir, hiçbir hatıra fe-
da edilmemek gerektir. Fakat şu hüsnüzannınızı kabul
etmem. zira, bir müfside, bir dessasa da hüsnüzan ede-
bilirsiniz; delil ve akıbete bakınız.
Sual:
“nasıl anlayacağız? Biz cahiliz, sizin gibi ehl-i
ilmi taklit ederiz.”
Cevap:
Çendan cahilsiniz, fakat âkılsınız. Hanginizle
zebip, yani üzümü paylaşsam, zekâvetiyle bana hile ede-
bilir. demek cehliniz özür değil. İşte, müştebih ağaçları
gösteren, semereleridir. öyle ise, benim ve onların fikir-
lerimizin neticelerine bakınız. İşte, birisinde istirahat ve
itaattir, ötekisinde ihtilâf ve zarar saklanmıştır.
size bir misal daha söyleyeceğim: Şu sahrada bir nâr
görünür. Ben derim, “nurdur.” nâr olsa da, eski nârdan
kalma zayıf, yukarı tabakasıdır. geliniz, etrafına halka tu-
tup temaşa edelim. İstifaza edip tâ tabaka-i nâriye yırtıl-
sın; istifade eyleyelim. eğer dediğim gibi nur ise, zaten
istifade edeceğiz. eğer onların dedikleri gibi nâr olsa, ka-
rıştırmadık ki bizi yaksın. onlar diyorlar ki: “Ateş suzan-
dır.” eğer, nur olursa, kalb ve gözlerini kör eder. eğer
nâr olursa, cisim ve libaslarını yandırır. zira, şu nâr de-
dikleri nur-i saadet,
(HaşİYe)
dünyanın hangi tarafına çık-
mış ise milyonlarla insanın tulum gibi kan suyu üzerine
üzzaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sahra:
büyük çöl, geniş saha, kır,
ova.
semere:
meyve.
siyaset:
politika.
sual:
soru.
suzan:
yakan, yakıcı; yanan, yanı-
cı.
tabaka-i nâriye:
ateş tabakası.
taklit:
birinin davranış ve işlerinin
şekil ve biçim olarak aynını yap-
ma.
temaşa:
bakma, seyretme.
yandırır:
çünkü.
zarar:
ziyan, kayıp, eksiklik.
zebîb:
kuru üzüm, kuru incir.
zekâvet:
zekilik; çabuk anlama,
kavrama kabiliyeti.
zira:
çünkü.
akıbet:
son, nihayet, netice.
âlî:
yüce, yüksek.
cahil:
bilgisiz.
cehil:
cahillik, bilgisizlik.
cisim:
vücut.
Çendan:
gerçi,.
delil:
şahit, belge, tanık.
dessas:
aldatıcı, desiseci.
ehl-i ilim:
ilim sahipleri.
feda:
gözden çıkarma, uğruna
verme.
hakikat:
gerçek.
hakkı:
doğruyu
hakkın:
doğrunun
haşiye:
dipnot.
hile:
aldatmaya yönelik dü-
zen, desise.
hüsnüzan:
bir kimse veya
mesele hakkında güzel dü-
şünceye sahip olma; müspet
düşünme.
ihtilâf:
anlaşmazlık, uyuşmaz-
lık, karışıklık, ikilik.
istifade etmek:
yararlanma,
faydalanmak.
istifade eylemek:
yararlan-
mak, faydalanmak.
istifaza:
feyiz alma; ilim, irfan
ve manevî zenginlik kazanma.
istirahat:
dinlenme, rahatla-
ma.
itaat:
boyun eğme.
kalb:
gönül.
libas:
elbise.
misal:
benzer, örnek.
müfsit:
ifsat eden, bozan; fe-
satlık eden, ara açan; karıştırı-
cı, bozucu.
müştebih:
birbirine benzeyen.
nâr:
ateş.
nur-i saadet:
mutluluk ışığı,
saadet nuru.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
özür:
kusur, eksiklik.
risale-i nur:
Nur risalesi, Bedi-
HaşİYe:
Burada dahi risale-i nur’u hissetmiş, fakat siyaset perdesiyle
bakmış, hakikatin şekli değişmiş.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 231 |
m
ünazaraT