izzet ve şehamet-i imaniyesi bırakmadığı gibi, başkasının
hürriyet ve hukukuna tecavüz etmeyi dahi, şefkat-i ima-
niyesi bırakmaz. evet, bir padişahın doğru bir hizmetkâ-
rı, bir çobanın tahakkümüne tezellül etmez, bir bîçareye
tahakküme dahi tenezzül etmez. demek, iman ne kadar
mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte, Asr-ı
saadet...
Sual:
“Bir büyük adama, bir velîye, bir şeyhe ve bir
büyük âlime karşı nasıl hür olacağız? onlar, meziyetleri
için bize tahakküm etmek haklarıdır. Biz onların fazilet-
lerinin esiriyiz.”
Cevap:
Velâyetin, şeyhliğin, büyüklüğün şe’ni tevazu
ve mahviyettir; tekebbür ve tahakküm değildir. demek,
tekebbür eden, sabiyy-i müteşeyyihtir; siz de büyük tanı-
mayınız.
Sual:
“neden tekebbür küçüklük alâmetidir?”
Cevap:
zira, her bir insan için, içinde görünecek ve
onunla nâsı temaşa edecek bir mertebe-i haysiyet ve
şöhret vardır. İşte o mertebe eğer kamet-i istidadından
daha yüksek ise, o, o seviyede görünmek için tekebbür
ile ona uzanıp tetavül ve tekebbür edecektir. Şayet kıy-
met ve istihkakı daha bülent ise, tevazu ile takavvüs edip,
ona eğilecektir.
Sual:
“pekâlâ, kabul ettik ki, hürriyet iyidir, güzeldir.
Fakat şu rum ve ermenilerin hürriyeti çirkin görünüyor,
bizi düşündürür. reyin nedir?”
şefkat-i imaniye:
imandan gelen
merhamet.
şehamet-i imaniye:
imanın ka-
zandırdığı cesaret, yiğitlik.
şeyh:
bir tarikatte en üst merte-
beye ulaşmış kimse.
tahakküm:
zorbalık etme, zorla
hükmetme, hükmü altına alma.
takavvüs:
kavislendirme, yay şek-
line girme.
tecavüz etmek:
haddini aşmak,
sataşmak.
tekebbür:
kibir gösterme, büyük-
lük satma.
temaşa:
bakma, seyretme.
tenezzül etmek:
kendine aykırı
düşen bir işi veya durumu kabul
etmek, alçalmak.
tetavül:
uzama, uzun olma.
tevazu:
alçak gönüllülük, kibirsiz-
lik, bir kimsenin başkalarını ken-
dinden küçük görmemesi, onlara
saygı ve sevgi göstermesi, müte-
vazilik.
tezellül etmek:
alçalmak, zillete
düşmek.
velâyet:
velîlik, ermişlik; Allah
dostluğu; bir şey üzerinde güç yö-
nünden bizzat tasarruf etmek.
velî:
Allah’ın sevgisine, himayesi-
ne kavuşmuş, ermiş kimseler, Al-
lah dostu, evliya.
zira:
çünkü.
alâmet:
işaret, iz, nişan.
âlim:
çok okumuş, bilen, bilgi-
li, bilgin.
asr-ı saadet:
Peygamberimiz
Hz. Muhammed’in a.s.m yaşa-
dığı döneme verilen isim.
bîçare:
çaresiz.
bülent:
yüksek.
Ermeni:
Osmanlı Devletindeki
azınlıklardan bir kısmı.
fazilet:
değer, meziyet, iman
ve irfan itibarıyla olan yüksek
derece.
hizmetkârı:
hizmet yapan
kimse, hizmetçi.
hukuk:
haklar.
hür:
serbest, özgür.
hürriyet:
serbestiyet, özgür-
lük.
iman:
inanç.
istihkakı:
kazanılan şey, hak
edilen.
izzet:
şeref, yücelik, değer.
kamet-i istidat:
kabiliyet de-
recesi, mertebesi.
mahviyet:
tevazu, alçak gö-
nüllülük.
mertebe:
derece, basamak.
meziyet:
bir şeyi başkaların-
dan ayıran vasıf, üstünlük ve
değerlilik vasfı.
mükemmel:
kemal bulmuş,
kâmil, eksiksiz, tam.
nâsı:
insanlar, halk, herkes.
pekâlâ:
iyi, güzel.
rey:
görüş, fikir, düşünce, hü-
küm; oy.
rum:
Osmanlı Devletindeki
azınlıklardan bir kısmı.
sabiyy-i müteşeyyih:
kendini
yaşlı gösteren çocuk; büyük-
lük taslayan çocuk.
seviye:
değer.
sual:
soru.
şe’n:
icap, gerek.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 239 |
m
ünazaraT