onlar uyanmışlar; siz uykudasınız, rüya görüyorsunuz.
Hem de, fikr-i milliyette müttefik ve kavidirler; siz, ihti-
lâfla şimdilik boşsunuz, hem de galebe etmek istiyorsu-
nuz. onlar sizi mağlûp ettiği silâh ile, yani akıl ile, fikr-i
milliyetle, meyl-i terakki ile, temayül-i adalet ile mağlûp
edebilirsiniz. Bence şimdi kılıç vuran, o kılıcın aksi dö-
ner, yetimlerine dokunur. Şimdi galebe kılıç ile değildir.
kılıç olmalı, lâkin aklın elinde. Hem de dostluğun sebe-
bi vardır. zira komşudurlar. komşuluk, dostluğun kom-
şusudur. Hem de onlar uyandılar, dünyaya yayıldılar, te-
rakkiyat tohumlarını topladılar; vatanımızda ekecekler.
Bizi medeniyete mecbur, terakkiye ikaz, bizdeki fikr-i
milliyeti hüşyar ediyorlar.
İşte şu noktalara binaen, onlarla ittifak etmek lâzımdır.
Hem de bizim düşmanımız ve bizi mahveden, cehalet
ağa, oğlu zaruret efendi ve hafidi husumet beydir. erme-
niler bize düşmanlık etmişlerse, şu üç müfsidin kuman-
dası altında yapmışlar.
Sual:
“rum ve ermenilerin hürriyeti bizi teşviş edi-
yor. Bir kere tecavüze başlıyorlar, bir kere ‘Hürriyet ve
meşrutiyet bizimdir, biz yaptık’ diyorlar. Bizi me’yus edi-
yorlar.”
Cevap:
zannediyorum, tecavüzleri eskiden sizden ta-
hayyül ettikleri tecavüze karşı bir teşeffi-i gayz ve bundan
sonra sizden tevehhüm ettikleri tecavüze karşı bir nüma-
yiş gibidir. eğer tamamıyla iman etseler ki, tecavüz siz-
den olmaz; adalete kanaat edeceklerdir. Şayet adalete
adalet:
her hak sahibine hakkının
tam ve eksiksiz verilmesi, hakka-
niyet, âdillik.
aksi:
ters, zıt.
binaen:.
den dolayı, nedeniyle.
cehalet:
bilgisizlik, cahillik.
fikr-i milliyet:
müspet manada
milliyet fikri.
fikr-i milliyetle:
milliyetçilik fikri.
galebe etmek:
yenmek, üstünlük.
galebe:
yenme, üstünlük.
hafit:
torun.
husumet:
düşmanlık.
hürriyet:
serbestiyet, özgürlük;
1908 de II. Meşrutiyetin ilânı ile bir-
likte gerçekleşen yeni sistemin
halk arasındaki adı.
hüşyar:
uyanık.
ihtilâf:
anlaşmazlık, uyuşmazlık,
karışıklık, ikilik.
ikaz:
dikkat çekme, uyarma,
uyandırma.
iman etmek:
inanmak.
ittifak etmek:
birleşmek, fikir bir-
liği etmek.
kanaat etmek:
inanmak, güven-
mek.
kavi:
kuvvetli, güçlü.
kumanda:
komutanlık, liderlik,
başkanlık.
lâkin:
fakat, ama.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
mağlûp etmek:
yenmek, üstün
gelmek.
mağlûp:
yenilen, kaybeden.
mahv:
yok, etme.
me’yus:
ümitsiz, ye’se düş-
müş, ümidi kesilmiş, kederli.
mecbur:
zorunlu.
medeniyet:
medenîlik, uygar-
lık.
meşrutiyet:
bir hükümdarın
başkanlığı altındaki millet
meclisi ile idare edilen devlet
sistemi.
meyl-i terakki:
yükselme ve
ilerleme arzusu, yönelimi.
müfsit:
ifsat eden, bozan; fe-
satlık eden, ara açan; karıştırı-
cı, bozucu.
müttefik:
fikirce beraber olan.
nokta:
konu, konu ile ilgili
önemli bölüm.
nümayiş:
gösteri.
sual:
soru.
şayet:
eğer.
tahayyül etmek:
hayale getir-
mek, hayalinde canlandırmak.
tecavüz:
el uzatma, başkası-
nın hakkına dokunma.
temayül-i adalet:
adaletli ol-
maya meyil.
terakki:
yükselme, ilerleme.
terakkiyat:
ilerlemeler, geliş-
meler.
teşeffî-i gayz:
öç alma, yüreği
soğuma.
teşviş etmek:
karıştırmak,
karmakarışık etmek.
tevehhüm etmek:
vehimlen-
me, kuruntuya kapılmak; ger-
çekte var olmayanı var kabul
etmek, yok olanı var zannet-
mekle ümitsizliğe ve korkuya
düşmek.
yetim:
babası ölmüş çocuk.
zaruret:
mecburiyet, çaresiz-
lik; yoksulluk; sıkıntı.
m
ünazaraT
| 246 |
Eski said dönEmi EsErlEri