olması idi. zira bundan kaç asır evvel şu devletin nüfus-i
İslâmiyesi kırk milyondan fazla idi; ve şimdilik içimizdeki
o gayrimüslimler, o vakitte yalnız beş altı milyon idi; ser-
vet ve ticaret elimizde idi. Hâlbuki biz yirmiye yuvarlan-
dık, fakr bataklığına düştük; onlar, fakrın ayağı altından
çıkıp servetin başına binerek, on milyona çıktılar. Bunun
en mühim sebebi: Meselâ, senin dört oğlun varsa, asker-
lik mülâhazasıyla evlenmezler. Şayet evlenseler, memu-
riyet ilcasıyla kedi yavrusu gibi her tarafta gezdirerek,
mahsul-i hayatını zayi edecektir. delil istersen Van’a git;
bir ermeni kapısını, bir İslâm dergâhını aç, bak. göre-
ceksin ki; ermeni evi on sağlam delil gösterecek,
İslâm’ın evi iki zayıf bürhanı nazar-ı ibrete arz edecektir.
Sual:
“eskiden İslâmlar zengin, onlar fakir idiler.
Şimdi her yerde kaziye bilakistir. Hikmeti nedir?”
Cevap:
İki sebebi biliyorum.
Birincisi
:
(1)
»'
©n
°SÉn
e s
’p
G p
¿Én
°ùr
fp
Ór
``p
d ¢n
ùr
«n
d
olan ferman-ı
rabbanîden müstefat olan meyelân-ı sa’y ve
(2)
$G o
Ö«/
Ñn
L o
Öp
°SÉn
µ`r
dn
G
olan ferman-ı nebevîden müstefat
olan şevk-i kesp. Bazı telkinat ile o meyelân kırıldı ve o
şevk de söndü. zira, ilâ-i kelimetullah şu zamanda
maddeten terakkiye mütevakkıf olduğunu bilmeyen; ve
dünya
(3)
p
In
ôp
N'
’r
G o
án
Yn
Qr
õn
e n
»p
g o
år
«n
M r
øp
e
cihetiyle kıymetini
takdir etmeyen; ve kurun-i Vusta ile kurun-i Uhra’nın il-
caatını tefrik eylemeyen; ve birbirinden gayet uzak, bir
ahiret:
öteki dünya.
arz etmek:
sunmak.
asır:
yüzyıl, asır.
bilakis:
aksine.
bürhan:
delil.
cihet:
yön.
delil:
şahit, belge, tanık.
dergâh:
sığınılacak yer.
evvel:
önce.
fakir:
zengin olmayan.
fakr:
fakirlik.
ferman-ı nebevî:
Hz. Muham-
med’e a.s.m. ait ferman.
ferman-ı rabbanî:
Cenab-ı Hakka
ait emirler, buyruklar.
gayet:
son derece.
gayrimüslim:
Müslüman olma-
yan.
hikmet:
her şeyin belirli gayelere
yönelik olarak, manalı, faydalı ve
tam yerli yerinde olması.
hâlbuki:
oysa, oysa ki.
iktibas:
alıntı yapma; ilmen istifa-
de etme.
ilâ-i kelimetullah:
Allah’ın ismini
yükseltmek, yaymak.
ilca:
zorlama.
ilcaat:
gereklilikler, zorunluluklar.
kaziye:
hüküm; teklif, önerme.
kurun-i Uhra:
son devir, Yeni Çağ.
kurun-i Vusta:
Orta Çağ; M.S. 395
yılından 1453’e kadar süren çağın
adı.
maddeten:
maddî olarak, zengin-
lik.
mahsul-i hayat:
yaşamakla elde
edilenler.
meselâ:
misal olarak.
meyelân-i sa’y:
çalışma isteği.
meyelân:
ziyade meyil gösterme,
yönelme.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
mülâhaza:
iyice düşünme; dü-
şünce.
müstefad:
istifade edilen, alı-
nan, mana çıkarılan.
mütevakkıf olmak:
bir şeye
bağlı olmak, ancak onunla var
olabilmek.
nazar-i ibret:
ders alarak ba-
kış, ibretle bakmak.
nüfus-i islâmiye:
Müslüman
nüfusu.
servet:
varlık, mal, mülk.
sual:
soru.
şevk-i kesb:
kazanma ve ça-
lışma şevki.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek
ve heves.
takdir:
değer biçme.
tefrik etmek:
birbirinden ayır-
mak, ayrı tutmak.
telkinat:
telkinler; öğretmeler,
öğretilen şeyler.
terakki:
yükselme, ilerleme.
vakitte:
zamanda.
zayi etmek:
kaybetmek, boşa
gitmesi.
zira:
çünkü.
m
ünazaraT
| 252 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır. (Necm Suresi: 39.)
2.
Çalışıp kazanan, Allah’ın sevdiği bir kuldur.
3.
Ahiretin tarlası olması (Hadisten iktibas: (Keşfü’l-Hafâ, 1:412/1320.)