Eski Saîd Dönemi Eserleri - page 260

bütün nev-i beşerin hissiyat-ı âliyesini besleyecek me-
vaddı muhit olan o kasr-ı nuranî-i İslâmiyet’i, ne cür’et-
le, matem tutmuş bir siyah çadır gibi, bir kısım fukaraya
ve bedevîlere ve mürtecilere has olduğunu tahayyül edi-
yorsunuz? evet, herkes, âyinesinin müşahedatına tâbi-
dir. demek, sizin siyah ve yalancı âyineniz size öyle gös-
termiştir.
Sual:
“İfrat ediyorsun, hayali hakikat gösteriyorsun,
bizi de techil ile tahkir ediyorsun. zaman ahir zamandır,
gittikçe fenalaşacak.”
(HaşİYe)
Cevap:
neden dünya herkese terakki dünyası olsun
da, yalnız bizim için tedenni dünyası olsun? öyle mi? İş-
te ben de sizinle konuşmayacağım. Şu tarafa dönüyo-
rum, müstakbeldeki insanlarla konuşacağım.
ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında giz-
lenmiş ve sâkitâne nurun sözünü dinleyen ve bir nazar-ı
hafî-i gaybî ile bizi temaşa eden said’ler, Hamza’lar,
ömer’ler, osman’lar, tahir’ler, Yusuf’lar, Ahmed’ler,
vesaireler!.. sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırı-
nız, “sadakte” deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç ol-
sun. Şu muasırlarım, varsın beni dinlemesinler. tarih de-
nilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan
HaşİYe:
Muhtemeldir ki, o zamanda orada bulunan büyük bir velî eski sa-
id’in risale-i nur’un dar dairesini gayet geniş ve siyasî bir daire olarak, bir
hiss-i kablelvuku ile kırk beş sene evvel hissetmesinden ve bu risaledeki
çok cevapları o histen neş’et ettiğinden, o velî, yalnız bu noktada itiraz et-
miş.
ahirzaman:
dünya hayatının kıya-
mete yakın son devresi.
asır:
yüzyıl, asır,.
âyine:
ayna.
bedevî:
göçebe; çölde yaşayan.
cür’et:
cesaret etmek.
evvel:
önce.
fena:
kötü.
fukara:
fakirler.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek.
has:
ait.
haşiye:
dipnot.
his:
duygu.
hiss-i kablelvuku:
bir şeyi olma-
dan önce hissetmek; önsezi.
hissiyat-i âliye:
yüce duygular.
hitap etmek:
söz söylemek, top-
luluğa veya birisine karşı konuş-
mak.
ifrat etmek:
aşırılık, haddinden
geçmek, pek ileri gitmek.
istikbal:
gelecek zaman,.
itiraz etmek:
kabul etmediğini
belirtmek, karşı çıkmak.
kasr-ı nuranî-i islâmiyet:
İslâmi-
yetin nurlu, aydınlık sarayı.
matem:
yas.
mazi:
geçmiş zaman.
mevad:
maddeler.
muasırlar:
aynı zaman diliminde
yaşayanlar.
muhit:
ihtiva eden, içinde
bulunduran, kapsayan.
muhtemel:
olabilir, ihtimal
dâhilinde.
mürteci:
geri dönen, irtica
eden; gerilik, geriye dönme ta-
raftarı.
müstakbel:
gelecek zaman.
müşahedat:
gözlemler.
nazar-ı hafî-i gaybî:
görün-
meyeni, ileride olacakları gö-
recek şekilde gizli bakış.
neş’et:
meydana gelme, oluş-
ma, çıkma.
nev-i beşer:
insan soyu, in-
sanlar, insan türü.
nokta:
konu, konu ile ilgili
önemli bölüm.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
risale:
kitap.
sadakte:
“doğru söyledin” an-
lamındaki bir ibare.
sâkitâne:
susarak, suskun,
sessizce.
siyasî:
politik.
sual:
soru.
tâbi:
boyun eğen, bağlı kalan;
birinin arkası sıra giden, ona
uyan.
tahayyül:
hayale getirme, ha-
yalinde canlandırma.
tahkir etmek:
hakaret etmek,
aşağılamak.
techil:
cahil görme, birinin ca-
hilliğini ortaya koyma.
tedenni:
aşağı düşme, daha
kötü bir dereceye düşme, al-
çalma.
temaşa etmek:
bakmak, sey-
retmek.
terakki:
yükselme, ilerleme.
velî:
Allah’ın sevgisine, hima-
yesine kavuşmuş, ermiş kim-
seler, Allah dostu, evliya.
vesaire:
bunun gibi.
m
ünazaraT
| 260 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1...,250,251,252,253,254,255,256,257,258,259 261,262,263,264,265,266,267,268,269,270,...790
Powered by FlippingBook