bîçarelerin hassas ve zayıf damarlarını tutarlardı; tâ pen-
çeleri, o sayd’dan açılsın, onlar o avı kaçırsınlar. evet, her
milletin –o milletin menfaati için bir miktar malıyla feda-
kârlık edip– bir sahaveti vardır. İşte, bizdeki sahavet-i mil-
liye suistimal edildi. Başka milletin sahavet-i milliyesi, zey-
nâb gibi içine girer, milletin cevfinde hazine tutar, ulûm
ve maarif altına su verir. Hem de, zaman-ı sabıkta, bir kı-
sım büyükler namus-i milleti muhafaza eden cesaret-i mil-
liyeyi suistimal edip, zemin-i ihtilâf olan kumistana atıp
kaybettiler. Her biri, o kuvvetin bir tarafını başkasının
boynuna vurup kırdılar; ve kırıldı. Hatta, beş yüz bin kah-
raman ile namus-i milleti muhafaza etmeye müstait olan
bir kuvvet-i azîmeyi, mabeynlerinde sarf edip, ihtilâfat ze-
mininde mahvettiklerinden, kendilerini terbiyeye müsta-
hak ederlerdi. eğer meşrutiyetten ve hürriyet-i şer’iyeden
istifade edip, o delikleri kapatıp veya zeynâb suretine çe-
virseniz, o kıymettar kuvveti harice sarf etmek için devle-
timizin eline verseniz, pahasında merhamet ve adalet ve
medeniyeti kazanacaksınız.
eğer isterseniz, sizinle becayiş olacağım. Ben sora-
yım, siz cevap veriniz.
Cevap:
(1)
Gk
Ò/
Ñn
N p
¬p
H r
óp
én
J n
’n
h r
?n
Ä°r
SÉn
a
Sual:
(HaşİYe)
ermeni milleti sizden daha cesur olabilir
mi?”
HaşİYe:
türkler ve kürdler şecaat fenninde allâme olduklarından ben sail,
onlar mucip olabilirler.
adalet:
her hak sahibine hakkının
tam ve eksiksiz verilmesi, hakka-
niyet, âdillik.
allâme:
ilimde ileri seviye.
becayiş etmek:
değişmek.
bîçare:
çaresiz.
cesaret-i milliye:
millî duyguların
ortaya çıkardığ cesaret.
cevf:
iç boşluğu, oyuk.
fedakârlık:
davası için istenileni
verebilmek.
fen:
uygulamalı bilim.
harice:
dışa.
hassas:
nazik, ince.
haşiye:
dipnot.
hazine:
define.
hürriyet-i şer’iye:
dinî hürriyet, İs-
lâmiyetin öngördüğü hürriyet.
ihtilâfat:
ihtilâflar, birbirine zıt ve
farklılıklar.
istifade etmek:
yararlanmak.
kahraman:
yiğit, cesur.
kıymettar:
değerli.
kumistan:
çöl.
kuvvet-i azîme:
büyük kuvvet.
maarif:
eğitim, öğretim.
mabeyn:
ara.
mahvetmek:
yıkmak, bozmak,
harap etmek.
medeniyet:
medenîlik, uygarlık.
menfaat:
fayda, kâr.
merhamet:
acımak, şefkat göster-
mek
meşrutiyet:
bir hükümdarın
başkanlığı altındaki millet
meclisi ile idare edilen devlet
sistemi.
miktar:
kadar, kemiyet.
mucip:
cevap veren.
muhafaza etmek:
korumak.
müstahak etmek:
hak etmiş,
lâyık.
müstait:
uygun.
namus-i millet:
milletin, top-
lumun namusu.
paha:
fiyat, değer, karşılık.
sahavet-i milliye:
millî cö-
mertlik, zenginlik.
sahavet:
el açıklığı, cömertlik.
sail:
soru soran.
sarf etmek:
harcamak.
sayd:
av; avlama, avlanma.
sual:
soru.
suiistimal etmek:
bir şeyi kö-
tüye kullanmak.
suret:
biçim, şekil.
şecaat:
kahramanlık, cesaret.
terbiye:
eğitme, yol gösterme.
ulûm:
ilimler.
zaman-ı sabık:
geçmiş, önceki
dönem.
zemin-i ihtilâf:
ayrılık meyda-
nı, yeri.
zemininde:
yer, meydan, or-
tam.
zeynâp:
küçük su akıntılarının
her taraftan gelip toplanarak
meydana getirdikleri gölcük,
havuz.
m
ünazaraT
| 268 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
Sor; onu bileni bulamazsın.