Sual:
“Bu kadar tahkire müstahak değiliz. Biz eslâfın
ezyalini tutmakla beraber, ahlâfın teşebbüsatından dahi
geri kalmamaya söz veriyoruz.
(1)
/
¬p
H Ék
Ñn
Mr
ôn
ªn
a n
?p
en
Ón
µp
d n
™r
ªs
°ùdG Én
æ r
ën
àn
Øn
a
Cevap:
nedamet ettiğinizden, vazifeniz olan suale
avdet edebilirsiniz.
Sual:
“Ulema-i eslâf istibdadın fenalığından bahset-
mişler mi?”
(HaşİYe)
Cevap:
Bin kere evet. zira, ağleb-i şuara kasidelerin-
de, çok müellifler kitaplarının dibacelerinde zamandan
şikâyet ve dehre itiraz ve feleğe hücum etmiş ve dünya-
yı ayak altına alıp çiğnemişler. eğer kalb kulağıyla ve akıl
gözüyle dinleyip baksanız, göreceksiniz ki, bütün itirazat
okları mazinin muzlim perdesine sarılan istibdadın bağrı-
na gider; ve işiteceksiniz ki, bütün vaveylâlar istibdat
pençesinin tesirinden gelir. gerçi istibdat görünmüyordu
ve ismi belli değildi; lâkin, herkesin ruhu, istibdadın ma-
nasıyla tesemmüm ederdi ve bir zehir atanı bilirdi. Bazı
kuvvetli dâhîler, nefes aldıkça, amik ve derin bir feryat
koparırlardı. Fakat, akıl onu güzelce tanımazdı.
Çünkü, karanlıkta ve toplanmamış idi. Vakta ki, o ma-
na-i istibdadı def’i muhal bir belâ-i semavî zannettiler, za-
mana hücum ve dehrin başına tokat ve feleğin bağrına
mana:
anlam.
mazi:
geçmiş zaman.
muhal:
imkânsız.
muzlim:
karanlık verici, karanlıklı,
siyah, siyahlık.
müellif:
kitap yazan.
müstahak:
lâyık.
nedamet etmek:
pişmanlık duy-
mak.
nefes:
soluk.
ruh:
cevher, can.
sual:
soru.
tahkir:
hakaret etme, horlama,
aşağılama.
tesemmüm etmek:
zehirlenmek.
tesir:
etki, iz bırakma.
teşebbüsat:
harekete geçmeler,
teşebbüs etmeler.
ulema-i eslâf:
önceki, evvelki
âlimler.
vakta:
ne zaman ki.
vaveylâ:
çığlık, feryat.
zannetmek:
sanmak.
zehir:
ağu, sem, öldürücü madde.
zira:
çünkü.
ağleb-i şuara:
şairlerin pek ço-
ğu.
ahlaf:
sonrakiler, evvelkilerin
yerine geçenler.
akıl:
akıllı.
amik:
büyüklük, yücelik, de-
rin.
avdet:
dönüş, dönme.
bağır:
yürük, kalb, gönül.
belâ-i semavî:
gökyüzünden
gelen felâketler, belâlar.
dâhî:
son derece zeki, anlayış-
lı, deha sahibi.
def’:
kovma, uzaklaştırma.
dehir:
zaman.
dibace:
ön söz; başlangıç.
eslâf:
öncekiler, geçmişler.
ezyal:
ilâveler, zeyiller.
felek:
dünya, âlem.
fenalık:
kötülük.
feryat:
haykırma, çığlık.
gerçi:
her ne kadar.
haşiye:
dipnot.
hücum etmek:
saldırmak.
istibdat:
kanuna ve nizama
tâbi olmayan, keyfî, baskıcı
yönetim; zulüm ve tahakküm.
itiraz:
kabul etmediğini belirt-
me, karşı çıkma.
itirazat:
itirazlar, karşı çıkma-
lar.
kaside:
bir şeyi öven şiir.
lâkin:
fakat, ama.
lüzumlu:
gerekli, ihtiyaç.
mana-i istibdat:
istibdadın
anlamı.
HaşİYe:
Bu sual-cevap dahi her zaman yaşayabileceğinden, o kırk sene
evvelki ders şimdi dahi lüzumludur, yaşar.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 263 |
m
ünazaraT
1.
Senin sözlerine kulağımızı açtık; artık buyursun.