eğer İslâmiyet milliyetini ve ittihad-ı İslâm’ın taşını ve
nakşını istersen işte, bak:
(1) Hayâ ve hamiyetten neş’et eden civanmerdâne
humret,
(2) hürmet ve merhametten tevellüt eden masumâne
tebessüm,
(3) fesahat ve melâhattan hâsıl olan ruhanî halâvet,
(4) aşk-ı şebabîden, şevk-i baharîden neş’et eden se-
mavî neşe,
(5) hüzn-i gurubîden, ferah-ı seherîden vücuda gelen
melekûtî lezzet,
(6) hüsn-i mücerretten, cemal-i mücellâdan tecelli
eden mukaddes ziynet,
(HaşİYe 1)
birbiriyle imtizaç edip;
ondan çıkan levn-i nuranî, ancak o şark ve garbın kàb-ı
kavseyni olan kâbe-i saadetinin tak-ı muallâsının, kavs-i
kuzahının, elvan-ı seb’asının lacivert levninin timsali, bel-
ki şu levnin manzarası, bir derece irae edilebilir. lâkin,
ittihat cehil ile olmaz. İttihat, imtizac-ı efkârdır. İmtizac-ı
efkâr, marifetin şua-ı elektriği ile olur.
Sual:
“neden eskiden sükût ettin.”
Cevap:
t
ân
µ°n
S o
âr
æo
µn
a p
OÉn
ëu
Jp
Ór
``p
d Ék
©p
fÉn
e n
¿Én
c n
OGn
ór
Ñp
àr
°SpE
’r
G s
¿n
’ p
(HaşİYe 2)
(1)
À'
†n
¨r
dG p
ôr
ªn
L '
¤n
Y
HaşİYe 1:
Şu müselsel üslûptaki fıkralar, her biri İslâmiyetin bir şuaına, bir
hüsnüne, bir seciyesine, bir rabıtasına, bir temeline işarettir.
HaşİYe 2:
lisan-ı Arabînin elzemiyetini düşündüğüm vakitte söylemi-
şim.
aşk-i şebabî:
Gençlikte bulunan,
gençliğe âit aşk; gençlik aşkı.
cehil:
cahillik, bilgisizlik.
cemal-i mücellâ:
parlak yüz.
civanmerdâne:
Sözünde sağlam,
iyilik sever, kahramancasına.
elvan-ı seb’a:
yedi ana renk.
elzemiyet:
daha lüzumlu olmak.
ferah-ı seherî:
seher ferahlığı.
fesahat:
dilin doğru, düzgün, açık
ve akıcı şekilde kullanılması.
fıkra:
yazıda bir bahis; paragraf; kı-
sa haber; küçük hikâye.
garp:
batı.
halâvet:
tatlılık, şirinlik.
hamiyet:
gayret.
hâsıl olmak:
meydana gelmek
çıkmak, husule gelmek.
haşiye:
dipnot.
hayâ:
Allah korkusu ile günahtan
kaçınma.
humret:
utanmaktan hâsıl olan
kırmızılık.
hürmet:
riayet, ihtiram.
hüsn-i mücerret:
gözle görülme-
yen, elle tutulmayan güzellik.
hüsün:
güzellik.
hüzn-i gurubî:
batış, kayboluş
hüznü.
imtizac-ı efkâr:
fikirlerin kaynaş-
ması.
imtizaç etmek:
kaynaşmak, uy-
gun ve mutabık olmak, mezcol-
mak, uyuşmak, iyi geçinmek.
irae etmek:
göz önüne koymak,
göstermek.
islâmiyet:
Müslümanlık.
istibdat:
kanuna ve nizama tâbi
olmayan, keyfî, baskıcı yönetim;
zulüm ve tahakküm.
ittihad-ı islâm:
İslâm birliği, panis-
lamizm.
ittihat:
bir olma, birleşme; aynı fi-
kirde olma, aynı noktada birleş-
me.
kab-ı kavseyn:
iki yay mesafesi.
kâbe-i saadet:
mutluluk evi.
kavs-i kuzah:
gök kuşağı.
kor:
dumansız ateş.
lâkin:
fakat.
levn-i nuranî:
nuranî, parlak renk.
levn:
renk.
lezzet:
zevk, haz, keyif.
lisan-ı arabî:
Arab dili.
manzara:
görünüş, levha.
marifet:
bilgi, bilme, tanıma, hü-
ner, anlatma, övme, ustalık.
masumâne:
saf, temiz, masumca.
melâhat:
güzellik.
melekûtî:
ruhların ve meleklerin
âlemiyle ilgili; asıl yönüne, içe ait.
merhamet:
acımak, şefkat göster-
mek
milliyet:
milleti var eden unsurlar.
mukaddes:
takdis edilmiş, kutsal,
aziz, temiz.
müselsel:
birbirine bağlı, arka ar-
kaya gelen.
nakış:
işleme, süs.
neş’et etmek:
meydana gel-
mek, oluşmak, çıkmak.
rabıta:
iki şeyi birbirine bağla-
yan, bağ; ilgi, münasebet.
ruhanî:
gözle görülmeyen, el-
le tutulamayan.
sabretmek:
dayanmak.
seciye:
iyi huy, karakter.
semavî:
Allah tarafından olan,
İlâhî.
sual:
soru.
sükût etmek.:
sessiz kalmak,
susmak.
şark:
doğu.
şevk-i baharî:
bahar neşesi.
şua-ı elektrik:
elektrik ışını.
şua:
ışın.
tak-ı muallâ:
yüksek kubbe.
tebessüm:
gülümseme.
tecelli:
görünme, yansıma.
tevellüt etmek:
doğmak, or-
taya çıkmak.
timsal:
suret, resim; sembol,
simge.
üslûp:
ifade tarzı.
vakit:
zaman.
vücut:
var olma, varlık.
ziynet:
süs, bezek.
m
ünazaraT
| 280 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
Çünkü, istibdat ittihada engeldi. Bu yüzden ben de seksek ağacının korları üzerinde (du-
daklarımı kemirircesine) sabrediyordum.