onların bedduasıyla cehennemde yansın! o teessüf ate-
şini içinden çıkarmakla, vicdan, maksattan bir firdevsi ta-
zammun ettiği gibi, hayal dahi emelden bir cenneti teş-
kil edecektir. Umumun malûmu olsun ki, iki elimde iki
hayatımı tutmuşum, iki hasım için iki meydan-ı mübare-
zede iki harb ile meşgulüm. tek hayatlı olan adam mey-
danıma çıkmasın.
Sual:
“Şimdiki şeyhlerden ne istersin?”
Cevap:
daima onların demdemelerinin mevzuu olan
ihlâsı, hem de tekke denilen manevîleşmiş kışlalarda ta-
rikat denilen ruhanîleşmiş askerlikte ona murabıt olduk-
ları cihad-ı ekberi ve terk-i iltizam-ı nefsi, hem de onla-
rın şiarı olan zühdün manası olan terk-i menafi-i şahsiye-
yi, hem de daima iddiasında bulundukları ve mizac-ı İslâ-
miyet’in mâyesi olan muhabbeti isterim. zira onlar, bizi
istihdam ederek ücretlerini almışlar; şimdi bize hizmet
etmek borçlarıdır.
Sual:
“nasıl olsunlar?”
Cevap:
Ya başlarımızdan kalksınlar, yahut inat, gıy-
bet ve taraftarlığı mabeynlerinden kaldırsınlar. zira, bir
kısım dalâlet ve bid’at fırkalarının teşekkülüne bazı
bid’atkâr müteşeyyihler sebebiyet vermiştir.
Sual:
“nasıl birbiriyle ittihat ve ittifak edecekler? Hâl-
buki, bazıları bazılarını münkirdir. onların düsturların-
dandır ki; münkir ile muhabbet, belki ünsiyet dahi ha-
ramdır. İnkâr meselesi mühimdir.
beddua:
bir kimsenin kötülüğü
için edilen dua.
bid’a:
aslında dinde olmayıp, ona
sonradan dâhil edilen âdetler.
bid’atkâr:
dinde olmayanları koy-
mak isteyenler.
cihad-ı ekber:
nefisle yapılan mü-
cadele.
daima:
sürekli.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten ay-
rılmak sapmak.
demdeme:
hiddetli söz, hoşa git-
meyen söz, avaz; sinek vızıltısı.
düstur:
kanun, kaide, kural.
emel:
şiddet arzu, ümit.
fırka:
grup, parti.
firdevsi:
cennetle ilgili, cennete
ait.
gıybet:
dedikodu.
hâlbuki:
oysa ki.
haram:
İslâmiyetçe yasaklanan iş-
ler.
harb:
savaş, cenk.
hasım:
düşman.
hizmet:
bir uğurda bir işin yapıl-
ması için çalışma.
iddia etmek:
bir fikri ısrarla savun-
mak, dava etmek.
ihlâsı:
samimiyet, dürüstlük, doğ-
ruluk.
inat:
bir konuda ısrarlı olma, sö-
zünde ayak direme.
inkâr:
reddetme, inanmama.
istihdam etmek:
bir hizmette kul-
lanmak, çalıştırmak.
ittifak etmek:
birleşmek, fikir bir-
liği etmek.
ittihat:
bir olma, birleşme; aynı fi-
kirde olma, aynı noktada birleş-
me.
mabeyn:
ara.
maksat:
gaye.
malûm:
bilinen.
mana:
anlam.
manevî:
ruha yönelik, içe dönük.
mâye:
maya, temel, esas, öz.
mesele:
konu, sorun.
meşgul:
bir işle uğraşan, iş gör-
mekte olan kimse.
meydan-i mübareze:
kavga dö-
ğüş meydanı.
mizac-ı islâmiyet:
İslâmiyetin
özelliği, niteliği.
muhabbet:
sevgi, sevme.
murabıt:
bağlı.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
münkir:
Allah’ın varlığını ka-
bul ve tasdik etmeyen, iman-
sız, dinsiz.
müteşeyyih:
şeyhlik taslayan.
ruhanî:
gözle görülmeyen, el-
le tutulamayan.
sebebiyet :
sebep olmak.
sual:
soru.
şeyh:
tarikat önderleri.
şiar:
prensip, nişan, alâmet,
işaret, iz; ayırt edici iyi âdet.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için,
şeyhin gözetiminde müridin
takip edeceği terbiye usul ve
yolu, seyir ü sülûk sırasında
tutulan yol.
tazammun etmek:
içine al-
mak, içermek.
teessüf:
üzülme, acı duyma.
tekke:
tarikat evi, zikir evi.
terk-i iltizam-ı nefsi:
nefsin
taraftarlığını terk etmek.
terk-i menafi-i şahsiyeyi:
ki-
şisel faydaların terk edilmesi.
teşekkül:
şekillenme, meyda-
na gelme.
teşkil etmek:
meydana getir-
mek.
umumun:
herkesin.
ünsiyet:
alışkanlık, ülfet, dost-
luk.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı
şerden ayırt etmeye yardımcı
olan.
zira:
çünkü.
züht:
her türlü zevke karşı ko-
yarak kendini ibadete verme,
dünyadan el etek çekme,
dünyaya değer vermeyip ahi-
reti düşünme.
m
ünazaraT
| 282 |
Eski said dönEmi EsErlEri