Sual:
“Âlem-i İslâm ulemasının ortalarındaki müthiş
ihtilâfata ne dersin? reyin nedir?”
Cevap:
Ben, âlem-i İslâmiyet’e gayr-i muntazam ve-
ya intizamı bozulmuş bir meclis-i mebusan ve bir encü-
men-i şûra nazarıyla bakıyorum. Şeriattan işitiyoruz ki,
rey-i cumhur budur, fetva bunun üzerinedir. İşte şu, bu
meclisteki rey-i ekseriyetin naziresidir. rey-i cumhurdan
maada olan akval, eğer hakikat ve mağzdan hâlî ve boş
olmazsa, istidadatın reylerine bırakılır; tâ her bir istidat,
terbiyesine münasip gördüğünü intihap etsin. lâkin, bu-
rada iki nokta-i mühimme vardır.
(HaşİYe)
Bi r inc i s i
: Şu istidadın meyelânı ile intihap olunan ve
bir derece hakikati tazammun eden ve ekalliyette kalan
kavil, nefsülemirde mukayyet ve o istidat ile mahsus ol-
duğu hâlde; sahibi ihmal edip mutlak bıraktı, etbaı ilti-
zam edip tamim etti, mukallidi taassup edip o kavlin hıf-
zı için muhaliflerin hedmine çalıştılar. Şu noktadan mü-
sademe, müşagabe, cerh ve red o derece meydan aldı
ki, ayakları altından çıkan toz ve ağızlarından feveran
eden duman ve lisanlarından püsküren berkler, şimşekli
ve bazen rahmetli bir bulut, şems-i İslâmiyet’in tecellisi-
ne bir hicap teşkil etmiştir. lâkin, ziya-i şemsten tefey-
yüz etmesine istidat bahşeden rahmetli bulut derecesin-
de kalmadı; yağmuru vermediği gibi, ziyayı dahi menet-
mektedir.
kıymet:
değer.
lâkin:
fakat.
lisan:
dil.
maada:
başka, geriye kalan.
mağz:
öz, iç.
mahsus:
özel.
meclis-i mebusan:
milleti temsil
edenlerin topluluğu.
meclis:
topluluk.
menetmek:
engellemek.
meyelânı:
bir tarafa eğilmiş, ziya-
de meyil gösterme, yönelme.
muhalif:
zıt, karşıt.
mukallit:
taklit eden.
mukayyet:
bağlı, kayıtlı, sınırlı.
mutlak:
kayıtsız, şartsız.
münasip:
uygun.
müsademe:
çarpışma.
müşagabe:
birbirine kötülük et-
me.
müthiş:
dehşet veren, ürküten,
dehşetli, korkunç.
nazar:
bakış, görüş, fikir.
nazire:
görüşler.
nefsülemirde:
aslında.
nokta-i mühimme:
önemli husus,
önemli nokta.
rahmet:
acıma, merhamet etme;
yağmur.
red:
kabul etmemek.
rey-i cumhur:
çoğunluğun görü-
şü; çoğunluğun oyu.
rey:
görüş, fikir, düşünce, hüküm;
oy.
sual:
soru.
şems-i islâmiyet:
İslâmiyet güne-
şi.
şeriat:
Allah tarafından peygam-
ber vasıtasıyla bildirilen, İlâhî emir
ve yasaklara dayanan hükümlerin
hepsi.
taassup etmek:
birine taraftarlık
etme; fanatiklik.
tamim:
umumîleştirme, herkese
duyurma; genelge.
tazammun etmek:
içine almak,
içermek.
tecelli:
görünme, yansıma.
tefeyyüz etmek:
bereketlenmek,
ilim, irfan ve manevî zenginlik ka-
zanmak.
teşkil etmek:
meydana getirmek.
ulema:
âlimler, bilginler.
ziya-i şems:
güneş ışığı.
ziya:
ışık.
akval:
kelimeler, konuşmalar.
Âlem-i islâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
âlem-i islâmiyet:
Müslüman
milletler, İslâm dünyası.
bahşetmek:
vermek, ikramda
bulunmak.
bazen:
zaman zaman, ara sıra,
her zaman değil.
berk:
şimşek.
cerh:
çürütme.
ekalliyet:
azınlık.
encümen-i şûra:
danışma isti-
şare meclisi.
etbaı:
tâbi olanlar, uyanlar, bi-
risinin idaresinde olanlar, bağlı
olanlar, halk, yönetilenler.
fena:
kötü.
fetva:
İslâmî meselelerde veri-
len hüküm.
feveran:
çıkma, fışkırma.
gayr-i muntazam:
nizamsız,
karışık.
hakikat:
gerçek.
hâlde:
durumda.
hâlî:
arınmış, boş
haşiye:
dipnot.
hedm:
yok etme, ortadan kal-
dırma.
hıfz:
korumak.
hicap:
perde, örtü.
ihmal etmek:
önemseme-
mek, boş vermek.
ihtilâfat:
ihtilâflar, birbirine zıt
ve farklı şeyler, farklılıklar.
iltizam etmek:
taraftarlık yap-
mak, tarafgirlik.
intihap olmak:
seçmek, tercih
etmek.
intizamı:
düzgünlük, tertipli
olma.
istidadat:
kabiliyetler, yete-
nekler.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
kavil:
görüş.
HaşİYe:
Şu iki noktaya dikkat ile bak, kıymet versen fena olmaz.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 285 |
m
ünazaraT