Birisi
: Şeriat, ona müessistir. Bu ise, hüsn-i hakikî ve
hayr-ı mahzdır.
ikincisi
: Şeriat muaddildir; yani, gayet vahşî ve gaddar
bir suretten çıkarıp, ehven-i şer ve muaddel ve tabiat-ı
beşere tatbiki mümkün ve tamamen hüsn-i hakikîye ge-
çebilmek için zaman ve zeminden alınmış bir surete ifrağ
etmiştir. Çünkü, tabiat-ı beşerde umumen hükümferma
olan bir emri birden ref etmek, bir tabiat-ı beşeri birden
kalbetmek iktiza eder.
Binaenaleyh, şeriat vâzı-ı esaret değildir; belki, en
vahşî suretten böyle tamamen hürriyete yol açacak ve
geçebilecek bir surete indirmiştir, tadil etmiştir. Hem de,
dörde kadar taaddüd-i zevcat, tabiata, akla, hikmete mu-
vafık olmakla beraber, şeriat bir taneden dörde çıkarma-
mış, belki sekiz dokuzdan dörde indirmiş. Bahusus taad-
dütte öyle şerait koymuştur ki, ona müraat etmekle hiç-
bir mazarratı müeddî olmaz. Bazı noktada şer olsa da,
ehven-i şerdir. ehven-i şer ise, bir adalet-i izafiyedir.
Heyhat! Âlemin her hâlinde hayr-ı mahz olamaz.
Sual:
(HaşİYe)
“İnkılâptan on sene evvel, hükûmete ni-
hayet derecede muteriz olduğun hâlde, hükûmete hü-
cum edenlere dahi itiraz ederdin. Hatta selâtin-i osma-
niyeyi ifratla sena ederdin, hatta derdin: ‘Muhtemeldir,
Abdülhamid muktedir değil ki dizgini gevşetsin, milletin
saadetine yol versin. Veyahut hata bir içtihat ile olabilir,
itiraz etmek:
kabul etmediğini
belirtmek, karşı çıkmak.
kalbetmek:
değiştirmek.
maalcevap:
cevabıyla, cevapla
birlikte.
mazarratı:
zararlar.
muaddel:
değiştirilmiş, tadil edil-
miş, ıslah edilmiş.
muaddil:
değiştiren, adaletli hale
getiren.
muhtemel:
ihtimal dâhilinde, ola-
bilir.
muktedir:
iktidarlı, gücü yeten.
muteriz:
itiraz eden, karşı çıkan.
muvafık:
uygun, uyan.
müeddî olmak:
sebep olmak,
meydana getirmek.
müessis:
tesis edilmiş, bina edil-
miş, kurulmuş.
mümkün:
imkân dâhilinde.
müraat etmek:
uymak, saygı gös-
termek.
nihayet:
son.
nokta-i mühimme:
önemli husus.
nokta:
konu.
ref etmek:
kaldırmak, gidermek.
saadet:
mutluluk.
selâtin-i Osmaniye:
Osmanlı sul-
tanları.
sena etmek:
överek bahsetmek,
övmek.
suret:
biçim, şekil.
şer:
kötülük.
şeriat:
Allah tarafından peygam-
ber vasıtasıyla bildirilen, İlâhî emir
ve yasaklara dayanan hükümlerin
hepsi.
taaddüd-i zevcat:
birden fazla ka-
dınla evlenebilme.
taaddüt:
birden çok olma, bir kaç
tane olma; çoğalma, sayısı artma.
tabiat-ı beşer:
insan huyu karak-
teri, niteliği.
tabiat:
yapı, nitelik, huy, karakter.
tadil etmek:
doğrultmak, düzelt-
mek, aslına uygun şekilde değiştir-
mek.
tamamen:
bütün olarak.
tatbik:
yerine getirme, uygulama.
umumen:
bütün olarak.
vahşî:
yabanî.
vazı-i esaret:
istibdadı, esirliği em-
reden.
zemin:
yer.
adalet-i izafiye:
zamanın şart-
larının zorlaması neticesinde
kullanılan ve iki şerden hafif
olanına dayalı adalet; toplulu-
ğun selâmeti için ferdin huku-
kunu nazara almayan adalet;
nisbî adalet.
âlem:
dünya.
bahusus:
özellikle.
binaenaleyh:
bunun üzerine,
bundan dolayı.
ehemmiyetsizlik:
önemsizlik.
ehven-i şer:
kötüler içinde iyi-
ye en yakın olan; kötünün iyi-
si.
evvel:
önce.
gaddar:
zulüm, haksızlık, mer-
hametsizlik eden.
gayet:
son derece.
hâlin:
durum.
haşiye:
dipnot.
hata:
kusur, yanlışlık yapma.
hayr-ı mahz:
tam bir iyilik, gü-
zellik.
heyhat:
eyvah, yazık, ne ya-
zık.
hikmet:
her şeyin belirli gaye-
lere yönelik olarak, manalı,
faydalı ve tam yerli yerinde ol-
ması.
hücum etmek:
saldırmak.
hükümferma:
hüküm süren,
hükmünü geçiren.
hürriyet:
serbestiyet, özgür-
lük.
hüsn-i hakikî:
gerçek güzellik.
içtihat:
hüküm.
ifrağ etmek:
başka bir şekle
sokmak.
ifrat:
aşırı, aşırılık, haddinden
geçme, pek ileri gitme.
iktiza etmek:
gerekmek, ge-
reklilik.
inkılâp:
Meşrutiyet idaresine
geçiş; köklü değişim.
HaşİYe:
Şu sual, maalcevap ehemmiyetsizlik ile beraber, cevapta bir-iki
nokta-i mühimme vardır.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 287 |
m
ünazaraT