Hâsıl-ı Kelâm:
Büyük vaizlerimiz hem âlim-i muhak-
kik olmalı, tâ ispat ve ikna etsin; hem hakîm-i müdakkik
olmalı, tâ muvazene-i şeriatı bozmasın. Hem beliğ-i
mukni olmalı, tâ mukteza-i hâl ve ilcaat-ı zamana muva-
fık söz söylesin. Ve mizan-ı şeriatla tartsın. Ve böyle ol-
maları da şarttır.
Yaşasın Şeriat-ı garra, yaşasın adalet-i İlâhî!..
Yaşasın ittihad-ı millî; ölsün ihtilâf.
Yaşasın muhabbet-i millî; gebersin ağraz-ı şahsiye ve
fikr-i intikam!
Yaşasın şecaat-i mücessem askerler! Yaşasın satvet-i
müşahhas ordular! Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem
dindar cemiyet-i ahrar ve nur talebeleri!
(1)
Yaşasın yaraları tedavi etmek fikrinde olan Halife-i
peygamber!
kürdistan dağ ağacının meyvesi, hazmı sakildir ve dik-
katlice çiğneyiniz; tâ hazmolsun. Yoksa helâl etmeyece-
ğim. eğer siz de, iki gazeteci nasıl sözümü tahrif etmiş,
öyle okursanız Allah imdat eyleye! İrticalen söylemişim,
lâkin her bir kelimede bir maksadım var, dikkat ediniz; tâ
ki
(2)
p
º«/
?° s
ùdG p
º r
¡n
Ør
dG n
øp
e o
¬ o
àn
`a'
Gn
h ¯ É k
ë«/
ë°n
U G k
ô r
en
G m
Öp
FÉn
Y r
øp
e r
ºn
c n
h
’e
mâsadak olmayasınız, vesselâm.”
Said Nursî
Œœ
n
uTuk
| 182 |
Eski said dönEmi EsErlEri
adalet-i ilâhî:
Allah’ın adaleti, İlâhî
adalet.
ağraz-ı şahsiye:
şahsî, kişisel kin,
husumet, düşmanlık, garaz.
akıl:
akıllı.
âlim-i muhakkik:
tahkik eden
araştıran ilim adamı.
beliğ-i mukni:
düzgün bir şekilde
meramını anlatarak inandırıcı
olan.
cemiyet-i ahrar:
ahrarlar hürriyet-
çiler derneği.
dindar:
dinî emirleri yaşayan.
fikr-i intikam:
intikam fikri.
hakîm-i müdakkik:
dikkatlice in-
ceden inceye araştıran hikmet sa-
hibi.
halife-i Peygamber:
Peygamber
(
ASM
) halifesi.
hâsıl-ı kelâm:
sözün kısası.
hazım:
sindirim.
helâl etmek:
hakkından vazgeç-
mek, hak dava etmemek.
ihtilâf:
anlaşmazlık, uyuşmazlık,
karışıklık, ikilik.
ikna etmek:
bir kanaati, fikri, dü-
şünceyi kabul ettirmek, inanması-
nı sağlamak, inandırmak.
ilcaat-ı zaman:
zamanın zorlama-
ları, çağın mecburiyetleri.
imdat:
yardım.
irticalen:
hazırlıksız olarak, düşün-
meden, içe doğduğu gibi, içten
geldiği şekilde, ansızın.
ispat:
delil ve şahit göstererek
doğruyu ortaya koyma, doğruyu
delillerle gösterme.
ittihad-ı millî:
millî birlik, milletin
birliği.
lâkin:
ama, fakat.
maksat:
gaye.
mâsadak:
uygun, tıpkı.
mizan-ı şeriat:
İslâmiyetin te-
razisi, ölçüsü.
muhabbet-i millî:
millî mu-
habbet, millî sevgi, kendi mil-
letine duyulan sevgi.
mukteza-i hâl:
hâlin gerektir-
diği şekilde, hâlin gereği, duru-
ma göre, icabına göre.
muvafık:
uygun.
muvazene-i şeriat:
İslâmiyet-
teki dengeli oluş, ölçülülük.
nur Talebeleri:
Risale-i Nurları
okumak, yaymakla iman ve
Kur’ân hizmetinde bulunanlar.
sakil:
ağır; can sıkan, sıkıntılı.
satvet-i müşahhas:
ezici güç
ve kuvvetleri açıkça görülen.
şecaat-i mücessem:
kahra-
manlıkları görülen.
Şeriat-ı Garra,:
parlak İslâm
dini.
tahrif etmek:
bozmak, deği-
şikliğe uğratmak.
tedbir-i mücessem:
idare et-
me ve çare üretmede yoğun-
laşmış.
vaiz:
nasihat eden; dini konu-
lar üzerine öğütler veren.
1.
Buradan sonraki ifadeler 1910 baskılı Nutuk eserinde yer almaktadır.
2.
Nice doğru işleri ayıplayanlar vardır ki, bu onların anlayışının sakatlığındandır.