bu kadar tazyikatın tesiriyle me’yusiyet ve mahvolmak
şanından olmayan hamiyet-i İslâmiye o kadar galeyana
gelmiş ki, güya hürriyet rahm-ı maderde tekmil yaşa ka-
dar gelmiş, kademnihade-i saha-i vücut olduğu anda hü-
kümfermalığını ilân ve hiçbir müsademata karşı tezelzü-
le ve delmeye uğramayacak bir sedd-i âhenin gibi veya-
hut taht-ı Belkısî gibi beş hakaik-ı sabite üzerine teessüs
edecek.
Birinci Hakikat:
Mecmuda bir kuvvet bulunur; hiç bir
fert o kuvvete malik olamaz –bir kalın şerit ile eczasın-
dan kalın bir telin kuvveti gibi veyahut efkâr-ı umumiye-
yi mutazammın yeni hükûmetimiz ve eski hükûmetimiz
gibi. ey millet, biz şimdi kalın
(1)
şeridiz. Her kim muha-
lefet ile veyahut hodserâne ile bunu zayıf etse, umumun
hakkına affolunamaz bir cinayettir.
İkinci Hakikat:
zaman-ı salifte, yani galebe-i vahşet
vaktinde âlemde hükümferma vahşetin mahsulü ve te-
denni ve inkırazın mahkûmu olan kuvvet ve cebrin salta-
natı idi. Herhangi devletin deveran-ı demi yerine girmiş
ise, öyle devletlerin sahaif-i tarihiyeleri baykuşların aşiyâ-
neleri gibi satırları inkırazlarını çağırıyorlar, bağırıyorlar.
tasallut-i medeniyetin zamanında âlemin hükümranı
ilim ve marifettir. Müvellidi medeniyet; ve şanı tezayüt;
ve ömrü ebedî olduğundan, herhangi devletin hayat ve
müdebbiri olmuş ise, o hükûmeti kendi gibi kayd-ı ömr-i
tabiîden ve ecel-i inkırazdan tahlis ve küre-i arz kadar
n
uTuk
| 176 |
Eski said dönEmi EsErlEri
af:
bağış.
âlem:
dünya.
aşiyâne:
yuva.
cebir:
zorlama, baskı.
cinayet:
cana kıyma derecesinde
ağır bir suç.
deveran-ı demi:
kan dolaşımı.
ebedî:
sonu olmayan, sürekliliği
olan.
ecel-i inkıraz:
yok olmak için be-
lirlenmiş süre.
ecza:
cüzler, parçalar.
efkâr-ı umumiye:
halkın, umu-
mun düşüncesi, genel düşünce,
kamuoyu.
fert:
birey, şahıs.
galebe-i vahşet:
vahşetin hüküm
sürmesi.
galeyan:
coşma, çalkalanma.
güya:
sanki.
hakaik-ı sabite:
sabit hakikatler,
belirlenmiş değişmez gerçekler.
hakikat:
gerçek.
hamiyet-i islâmiye:
İslâmiyeti
müdafaa ve savunma gayreti.
hayat:
yaşayış, yaşama.
hodserâne:
dik başlılıkla, serkeş-
çesine, kimseyi dinlemeden.
hükümferma:
hüküm sürme,
egemenlik.
hükümran:
hükmü geçen, hük-
meden, hüküm süren.
hürriyet:
bağımsızlık, özgürlük.
ilân:
duyurma.
ilim:
bilme, bilgi.
inkıraz:
sönme, yok olma, tüken-
me, bitme.
kademnihade-i saha-i vücut:
var
olma, varlık alanına adım atma.
kayd-ı ömr-i tabiî:
yaratılıştan ve-
rilmiş olan dünyaya ait ömrün sı-
nırı.
kuvvet:
güç, kudret.
küre-i arz:
dünya, yer küre.
mahkûm:
hükümlü, mecbur.
mahsul:
hâsıl olan, meydana ge-
len.
malik:
sahip.
marifet:
bilgi, bilme, tanıma, hü-
ner, anlatma, övme, ustalık.
me’yusiyet:
ümitsizlik.
mecmu:
toplam, tüm.
medeniyet:
medenîlik, uygarlık.
millet:
halk, ulus.
muhalefet:
zıt düşüncede bulun-
ma, karşı koyma, bir düşünce, fiil
veya harekete karşı durma.
mutazammın:
içine alan, kapsa-
1.
İlk baskıda “ince” olarak ifade ediliyor.
yan, havi.
müdebbir:
idare eden, yöne-
ten.
müsademat:
çarpışmalar.
müvellit:
meydana gelen,
meydana getiren.
rahm-ı mader:
anne rahmi.
sahaif-i tarihiye:
tarih sayfa-
ları.
saltanat:
hükmetme hüküm
sürme.
sedd-i âhenin:
demirden du-
var, demir engel.
şan:
şöhret, ün.
tahlis:
kurtarma.
taht-ı Belkısî:
Belkıs’ın tahtı.
tasallut-i medeniyet:
uygar-
lığın hükmetmesi.
tazyikat:
baskılar, zorlamalar.
tedenni:
alçalma.
teessüs etmek:
yerleşmek;
kurulmak.
tekmil:
tamamlanma, kemale
erme, mükemmelleşme.
tesir:
etki, iz bırakma.
tezayüt:
artma, çoğalma.
tezelzül:
sarsılma, sarsıntı.
umum:
bütün, genel.
vahşet:
yabanîlik, vahşilik,
medeniyetin zıddı.
vakit:
zaman.
zaman-ı salif:
geçmiş zaman.