(1)
o
Ò°/
û o
j p
?Én
ªn
÷r
G n
?G'
P '
‹p
G w
?o
c
n
h l
óp
MG n
h n
?o
æ° r
ù o
Mn
h»
s
à°n
T Én
æo
JG n
QÉ n
Ñp
Y
beytinin masadakı olan ehl-i medrese ve ehl-i mektep ve
ehl-i tekkenin tebayün-i efkâr ve tehalüf-i meşaribidir.
Bu tebayün-i efkâr ahlâk-ı İslâmiyenin esasını sarsmış,
ittihad-ı milleti çatallaştırmış, terakkiyat-ı medeniyeden
geri bırakmıştır. zira biri ifrat ile diğerini tekfir ve tadlil
ediyor; öteki tefrit ile onu techil ve gayr-i mutemet adde-
diyor. Bunun çaresi, tevhid ile ve efkârlarının mabeynin-
de teyit ile münasebet ile musalâhadır. tâ itidal nokta-
sında musafaha ile birleşmeli ki, aheng-i terakkiyi ihlâl
etmesinler.
•
üçüncüsü
: Ben vaizleri dinledim; nasihatleri bana
tesir etmedi. düşündüm. kasavet-i kalbimden başka üç
sebep buldum:
Birincisi
: zaman-ı hâzırayı zaman-ı salifeye kıyas ede-
rek yalnız tasvir-i müddeayı parlak ve mübalâğalı göste-
riyorlar. tesir ettirmek için, ispat-ı müddea ve mütehar-
ri-i hakikati ikna lâzım iken, ihmal ediyorlar.
ikincisi
: Bir şeyi terğib veya terhib etmekle ondan da-
ha mühim şeyi tenzil edeceklerinden, muvazene-i şeriatı
muhafaza etmiyorlar.
üçüncüsü
: Belâgatin muktezası olan hâle mutabık, ya-
ni ilcaat-ı zamana muvafık, yani teşhis-i illete münasip
söz söylemezler. güya insanları eski zaman köşelerine
çekiyorlar, sonra konuşuyorlar.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 181 |
n
uTuk
ilcaat-ı zaman:
zamanın zorlama-
ları, çağın mecburiyetleri.
ispat-ı müddea:
iddia edilen şeyin
ispatı.
itidal:
aşırı olmama, orta hâlde ol-
ma, ölçülülük.
ittihad-ı millet:
milletin birliği.
kıyas etmek:
karşılaştırmak.
kasavet-i kalb:
kalb katılığı.
lâzım:
gerek.
mabeyn:
ara.
mâsadak:
onaylanan, tasdik olu-
nan husus.
muhafaza etmek:
korumak.
muhtelif:
çeşitli.
mukteza:
iktiza eden, gereken.
musafaha:
iki elle yapılan tokalaş-
ma; sevgisini gösterme, kucaklaş-
ma.
musalâha:
uzlaşma.
mutabık:
uygun.
muvafık:
uygun.
muvazene-i şeriat:
İslâmiyetteki
dengeli oluş, ölçülülük.
mübalâğalı:
abartılı.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
münasebet:
ilgi, bağ.
münasip:
uygun.
müteharri-i hakikat:
gerçeği
araştırma.
nasihat:
öğüt.
tadlil etmek:
dalâletle suçlamak.
tasvir-i müddea:
iddia edilen şeyi
anlatma, tanıtma.
tebayün-i efkâr:
fikirlerin, düşün-
celerin birbirine zıt ve muhalif ol-
ması.
techil:
cahil görme, birinin cahilli-
ğini ortaya koyma.
tefrit:
gerekenden az ile sınırı aş-
ma.
tehalüf-i meşarip:
hareket tarzı-
nın, tutumların birbirine zıt ve mu-
halif olması.
tekfir:
küfürle itham etme.
tenzil etmek:
değerini indirmek,
önemsizleştirmek.
terakkiyat-ı medeniye:
medeni-
yetin ilerlemeleri.
tergip:
isteklendirme, istetme, is-
tek verme.
terhip etmek:
korkutmak.
tesir etmek:
etkilemek, iz bırak-
mak.
teşhis-i illet:
hastalığın teşhisi, be-
lirlenmesi.
tevhid:
birleme.
teyit:
doğrulama.
vaiz:
nasihat eden; dini konular
üzerine öğütler veren.
zaman-ı hâzıra:
şimdiki zaman.
zaman-ı salife:
geçmiş zaman.
zira:
çünkü.
addetmek:
saymak, kabul et-
mek.
aheng-i terakki:
terakki
ahengi, ilerlemenin ahengi,
ilerlemedeki uyum ve düzeni.
ahlâk-ı islâmiye:
İslâm ahlâkı.
belâgat:
sözün güzel olmakla
beraber yerinde, duruma ve
makama uygun olması.
beyit:
iki mısradan oluşan şiir.
efkâr:
fikirler, düşünceler.
ehl-i medrese:
İslâmî ilimlerle
meşgul kişiler.
ehl-i mektep:
mektepli, okul-
lu, okuma yazma bilen, bilgili
olanlar.
ehl-i tekke:
tekkeye zikre de-
vam eden derviş.
esas:
öz.
gayr-i mutemet:
inanılmaz,
güvenilmez.
güya:
sanki, sözde.
hâl:
şimdiki zaman.
ifrat:
aşırı, aşırılık, haddinden
geçme, pek ileri gitme.
ihlâl etmek:
bozmak, çiğne-
mek.
ihmal etmek:
ehemmiyet
vermemek, mühimsememek,
önemsememek, gereken ilgi
ve önemi gerektiği şekilde
göstermemek.
ikna:
bir kanaati, fikri, düşün-
ceyi kabul ettirme, inanmasını
sağlama, inandırma, inandırıl-
ma.
1.
İfadelerimiz ayrı ayrıdır, senin güzelliğin ise birdir; hepsi de o cemale işaret ediyorlar.