tekemmül-i mebadi cihetiyle tayyetmekle beraber, milel-i
mütemeddine ile omuz omuza müsabaka edeceğiz. zira
onlar kâh öküz arabasına binmişler, yola gitmişler; biz
birden bire şimendifer ve balon gibi mebadiye bineceğiz,
geçeceğiz. Belki cami-i ahlâk-ı hasene olan hakikat-i İs-
lâmiyenin ve istidad-ı fıtrînin, feyz-i imanın ve şiddet-i cû-
un hazma verdiği teshil yardımıyla fersah fersah geçece-
ğiz; nasıl ki vaktiyle geçmiştik.
talebeliğin bana verdiği vazife ve hürriyetin ferman-ı
mezuniyetiyle ihtar ediyorum ki:
ey ebna-i Vatan!
Hürriyeti sû-i tefsir etmeyiniz; tâ elimizden kaçmasın
ve müteaffin olan eski esareti başka kapta bize içirmek-
le bizi boğmasın.
(HaşİYe)
zira, hürriyet müraat-ı ahkâm ve
adab-ı şeriat ve ahlâk-ı hasene ile tahakkuk ve neşvüne-
ma bulur. sadr-ı evvelin, yani sahabe-i kiramın, o za-
manda âlemde vahşet ve cebr-i istibdat hükümferma ol-
duğu hâlde, hürriyet ve adalet ve müsavatları bu müd-
deaya bir bürhan-ı bâhirdir. Yoksa hürriyeti sefahat ve
lezaiz-i nameşrua ve israfat ve tecavüzat ve heva-i nefse
ittibada serbestiyetle tefsir ü amel etmek; bir padişahın
esaretinden çıkmakla ve alçakların istibdadı ve esaret-i
rezilesinin altına girmekle beraber, milletin çocukluk isti-
dadını ve sefih olduğunu gösterdiğinden, paralanmış
olan eski esarete lâyık ve hürriyete adem-i liyakatini
Eski said dönEmi EsErlEri
| 173 |
n
uTuk
istibdat:
zulüm ve baskı.
istidad-ı fıtrî:
yaratılıştan gelen
kabiliyet.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
ittiba:
tâbi olma, uyma, itaat et-
me.
kâh:
zaman olur, bazen.
lezaiz-i nameşrua:
meşru olma-
yan lezzetler, helâl olmayan lezzet
ve zevkler.
mebadi:
temel prensipler.
mesafe-i terakki:
yükselme, ge-
lişme, ilerleme mesafesi.
milel-i mütemeddin:
medenî
olan milletler.
mu’cize-i Peygamberî:
Peygam-
berimizin (
ASM
) mu’cizeleri.
müddea:
iddia olunan, iddia edi-
len şey.
müraat-ı ahkâm:
hükümlere ria-
yet etme, uyma.
müsabaka:
yarış.
müsavat:
eşitlik, aynı hâl ve dere-
cede olan.
müteaffin:
bozulmuş, çürüyüp
kokuşmuş.
neşvünema:
büyüme ve yetişme,
gelişme.
sadr-ı evvel:
öncekilerin ileri ge-
lenleri; İslâm tarihi bakımından ilk-
ler yani Sahabeler.
sahabe-i kiram:
cömert, şeref sa-
hibi, soyu temiz Sahabeler.
sahra-i kebir:
büyük çöl.
sefahat:
beyinsizlik, zevk ve eğ-
lenceye aşırı derecede düşkünlük.
sefih:
faydayı ve zararı ayırdetme
yeteneğinden mahrum, beyinsiz.
sû-i tefsir:
yorumun kötüsü, kötü
yorumlama.
şiddet-i cû:
açlığın, aç kalmanın
şiddeti; aşırı açlık.
şimendifer:
tren.
şimendifer-i kanun-i şer’iye-i
esasiye:
İslâmiyetin esas kanunla-
rının treni, vasıtası.
tahakkuk:
gerçekleşme.
tayyetmek:
uzun zaman veya
mesafeyi az zamanda geçip aş-
mak.
tecavüzat:
saldırılar, tecavüzler.
tefsir:
yorum.
tekemmül-i mebadi:
ilkleri, önce-
kileri mükemmelleştirme, olgun-
laştırma.
teshil:
kolaylaştırma, kolay hale
getirme.
vahşet:
yabanî ve vahşî olan şey,
medeniyetin zıddı.
vahşetengiz:
korkulu, vahşet do-
lu.
zaman-ı kàsır:
en kısa süre.
zira:
çünkü.
HaşİYe:
evet, daha dehşetli bir istibdatla pek acı ve zehirli bir esareti bize
içirdiler.
adab-ı şeriat:
şeriatın usulleri,
kaideleri ve terbiyesi.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz verilme-
si, hakkaniyet, âdillik.
adem-i liyakat:
lâyık olmama.
ahlâk-ı hasene:
güzel ahlâk,
güzel huy.
amel etmek:
işlemek, eylem-
de bulunmak.
amelen:
fiilen, işleyerek, çalı-
şarak, yaparak.
balon:
hava taşıtı, zeplin.
burak-ı meşveret-i şer’iye:
şer’î meşveret bineği, şeriatın
ilerlemeye, gelişmeye en mü-
sait meşveret sistemi, danış-
ma vasıtası.
bürhan-ı bâhir:
geniş delil.
cami-i ahlâk-ı hasene:
bütün
güzel ahlâkları toplayan, bü-
tün güzel ahlâkları bünyesin-
de bulunduran.
cebr-i istibdat:
zorla baskı al-
tına alma.
cihetiyle:
yönüyle.
ebna-i vatan:
vatan evlâtları.
esaret-i rezile:
bayağı, aşağı-
lık olan esirlik.
ferman-ı mezuniyet:
mezuni-
yet fermanı, izin belgesi, izin
emri; diploma.
fersah:
bir uzunluk ölçüsü.
feyz-i iman:
iman bereketi.
fikren:
düşünerek, zihnen.
hakikat-i islâmiye:
İslâmiyete
ait hakikat.
haşiye:
dipnot.
hazım:
sindirim.
heva-i nefis:
nefsin istekleri
arzuları.
hükümferma:
hüküm süren,
hükmünü geçiren.
ihtar etmek:
uyarmak.
israfat:
savurganlıklar.