yanında yalnız onu dinlemekle bütün endişelerim zâil
olup bütün suallerime cevap aldıktan sonra, şimdi pakis-
tan’a âlem-i İslâm’ın mukadderatı hakkında büyük müj-
delerle gidiyorum.
“Ben türk ve İslâm tarihini tetkik ettim. evet, çok kah-
ramanlar, çok İslâm fedaileri ve çok vatanperverler gel-
mişler. Hepsi büyük fedakârlık ve kahramanlıkla millete,
vatana hizmet etmişler. Fakat o hizmetlerinin neticesin-
de lâyık oldukları mükâfat onlara verilmiş. Herbirisi birer
mükâfata mazhar olmuşlar. Fakat bugün üstad, yirmi kü-
sur seneden beri bu milletin saadet-i dünyeviyesi ve uh-
reviyesi için, târife imkân olmayan zulüm ve işkenceler
içerisinde işte bu eserleri telif ve neşrederek, bu millet içe-
risinde, din aleyhindeki cereyanların intişarına mâni olan
Bediüzzaman’ın evinde bugün bir lâmbası bile yok. İşte o
her şeyi terk ederek yalnız ve yalnız dine hizmet için
çalışmıştır. elbette âlem-i İslâm yakında böyle bir zatı
eserleriyle tanıyacaktır” diye Ali ekber Şah gibi bir İslâm
âlimi ve mütefekkirinin takdir ve tahsinine mazhar olan;
ve şimdi demokrat milletvekillerinden bazıları, “Bedi-
üzzaman’ın nur risalelerini okuyan, ders alan ve o eser-
leri neşreden nur talebeleri bu hizmetleriyle bu memle-
kette komünistliğin yayılmasına sed oldular. Madem hü-
kûmetimiz komünizmin aleyhindedir. öyleyse, nurcula-
ra o hizmetlerinden dolayı minnettardır” diye milletve-
killerince dahi hizmeti takdir edilen; ve serâpâ bütün
risale-i nur eczaları her bir nüshası, binler kelime ve
cümleleriyle o zatın mahiyetine, hizmetine, yirmi befl
Emirdağ Lâhikası – ıı | 711 |
mütefekkir:
insanlığın ve Müslü-
manların problemlerini ve çarele-
rini çok düşünen âlim kişi.
neşir:
herkese duyurma, yayma,
tamim.
Nur:
Risale-i Nur.
Nurcu:
Risale-i Nur’u okuyup yay-
maya çalışan.
nüsha:
birbirinin aynı olan yazılı
metinlerden her biri.
saadet-i dünyeviye:
dünya ile il-
gili saadet, dünya hayatındaki
mutluluk, dünya saadeti.
serapa:
tamamen, bütünüyle.
set:
mani, perde, engel.
sual:
soru.
tahsin:
beğenme, güzel bulma.
takdir:
bir şeyin değerini, kıyme-
tini, lüzumunu anlama.
talebe:
öğrenci.
tarif:
bir kavramı kelimelerle ifade
etme.
telif:
eser yazma.
tetkik:
dikkatle araştırma, ince-
leme.
uhreviye:
ahirete dair, ahirete ait.
üstat:
öğretici; muallim, öğretmen,
usta, sanatkâr.
vatanperver:
yurtsever, vatanına
düşkün, vatanını seven kimse.
zail:
sone eren, yok olan.
zat:
kişi, şahıs, fert.
zulüm:
haksızlık, eziyet, işkence.
âlem-i islâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
aleyh:
karşı, karşıt.
aleyh:
ona karşı, onun üze-
rine.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim
adamı.
cereyan:
fikir, sanat, siyaset
hareketi.
ecza:
cüzler, parçalar, kısım-
lar.
endişe:
kaygı.
fedaî:
canını esirgemeyen,
mühim bir maksat uğruna ca-
nını vermeye hazır bulunan.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, feda
eden.
imkân:
mümkün olma, olabi-
lirlik.
intişar:
yayılma, dağılma, neş-
rolunma.
komünist:
bütün malların or-
taklaşa kullanıldığı ve özel
mülkiyetin olmadığı iddiasında
bulunan düzen in mensubu
olan kimse.
komünizm:
böyle bir düzenin
kurulmasını amaçlayan siyasî,
ekonomik ve toplumsal dokt-
rin.
madem:
...den dolayı, böyle
ise.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası,
tabiatı, niteliği.
mâni:
engel.
mazhar:
nail olma, şeref-
lenme.
minnettar:
bir iyiliğe karşı te-
şekkür duygusu içinde olan.
mukadderat:
geleceğin şekil-
lendirilmesi.
mükâfat:
iyi bir iş, hizmet
veya başarıdan ötürü verilen
şey, ödül.