hizmetleriyle ispat eden binler türk gençleri bizler, o asıl-
sız isnatları, o müfterilerin yüzlerine çarpıyoruz.
Hakikaten ne kadar acıdır ki, asayişin teminine, ahlâ-
kın muhafazasına vesile olmuş, adliyeye ve zabıtaya bin-
ler faydası bulunmuş bir eser, bugün hakikatin tamamen
aksine olarak suçlu gösterilip zararlı tevehhüm edilmek
isteniyor. Artık bu kadar bedihî bir zıddiyet karşısında in-
saf ve vicdan sahiplerinin vicdanlarına ve insaflarına ha-
vale edip üstadımız hakkında o ehl-i vukufun “dini siya-
sete âlet ediyor” demelerine mukabil biz de diyoruz: o
ehl-i vukuf, adliyeyi dinsizliğe âlet ediyor.
Bilirkişi raporunda bir isnat da, “Müellif, risale-i nur
şahs-ı manevîsi namına konuşmaktadır.” “kalbe ihtar
edildi,” “leyle-i kadir’de kalbe gelen bir mesele-i mühim-
me” gibi bazı cümleleri ele alarak, bununla şahsî nüfuz
temin etmek maksadının müellifte bulunduğudur.
Bu kadar asılsız ve manasız bir isnat karşısında insan,
o bilirkişi namını alanların bilirkişi mahiyetinden tama-
men uzak olduklarına hükmedip, o cehaletleri ve o vu-
kufsuzlukları karşısında hayrette kalıyor. Hiç olmazsa,
ehl-i vukuf, hürmeten bu ciheti dikkatle mütalâa etseydi-
ler, kendileri bu derece cehalet deresine atılmaktan bel-
ki bir derece kurtulurlardı. Bu asılsız isnada karşı evvelâ
bütün risale-i nur eserleri ve mektupları ve üstadımızın
bütün hayatı en kat’î delildir ki, o aziz zat bütün gay-
retini, bütün hizmetini hak uğrunda ve yalnız hak için
yapmış ve yalnız Hakkın hatırı için konuşmuş. o sureta
ehl-i vukuf, nur külliyatından yalnız küçük bir cüz’ünü
Emirdağ Lâhikası – ıı | 709 |
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, ni-
teliği.
maksat:
kastedilen şey; gaye.
mesele-i mühimme:
mühim,
önemli mesele.
muhafaza:
koruma, saklama, hıf-
zetme.
mukabil:
karşılık.
müellif:
eser telif eden, yazan.
müfteri:
iftira atan, iftiracı.
mütalâa:
bir şeyi etraflıca dü-
şünme, tetkik etme.
nam:
yerine, vekillik.
Nur:
Risale-i Nur.
nüfuz:
itibar, yetki.
sureta:
görünüşte, görünüş ola-
rak.
şahs-ı manevî:
bir cemaatin mey-
dana getirdiği manevî şahsiyet (ki-
şilik).
şahsî:
şahsa, kişiye ait, hususî.
temin:
güvenlik, emniyet hissi
verme, şüphe ve korkuyu gi-
derme.
tevehhüm:
asılsız düşünme.
vesile:
bahane, sebep.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı şerden
ayırt etmeye yardımcı olan ahlâkî
duygu.
vukuf:
anlama, bilme, haberli
olma.
zabıta:
şehir güvenliğini sağla-
makla vazifeli bulunan idare, po-
lis.
zat:
kişi, şahıs, fert.
zıddiyet:
birbirine muhalif, zıt
olma hali.
adliye:
mahkeme, yargılama
işleriyle uğraşan daire.
asayiş:
rahat huzur, korku ve
endişeden uzak olma.
aziz:
izzetli, muhterem, say-
gın.
bedihî:
delil ve ispata muhtaç
olamayacak derecede açık ve
ortada olan.
cehalet:
cahillik, ilimden yok-
sun olma, İlahî hakikatlerden
habersiz olma.
cihet:
görüş, görüş açısı.
cüz:
kısım, parça.
delil:
şahit, belge, tanık.
ehl-i vukuf:
mahkemenin ta-
yin ettiği “bilir kişi”ler.
evvelâ:
öncelikle.
hakikat:
gerçek, asıl, esas.
hakikaten:
hakikat olarak,
doğrusu, gerçekten.
havale:
bir şeyi başkasının üs-
tüne bırakma.
hüküm:
karar, emir, bir konu,
iş veya kimse hakkında veri-
len karar.
hürmeten:
hürmet olsun diye;
hürmet, saygı ve ikram mak-
sadıyla.
ihtar:
hatırlatma, bir konuda
hatırlatma yapma.
isnat:
dayandırma, mal etme,
bir şeyi bir kimseye ait gös-
terme.
ispat:
delil göstererek iddiayı
sağlamlaştırma.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
külliyat:
bir ilim dalında veya
bir konuda yazılmış bütün
eserler.
Leyle-i kadir:
Kadir Gecesi,
Kur’ân-ı Kerîm’in dünya sema-
sına nazil olduğu gece, Rama-
zan’ın 27. gecesi.