ve Amerika İslâmiyetle hamiledir. günün birinde bir İs-
lâmî devlet doğuracak.”
“Hem de İslâmiyet güneşinin tutulmasına (inkisafına)
ve beşeri tenvir etmesine mümanaat eden perdeler açıl-
maya başlamışlar. o mümanaat edenler çekilmeye baş-
lıyorlar. kırk beş sene evvel o fecrin emaresi göründü.
’71’de fecr-i sadıkı başladı veya başlayacak.”
“ey Cami-i emevî’de kardeşlerim! Ve yarım asır son-
raki âlem-i İslâm camiindeki ihvanlarım! Baştan buraya
kadar olan mukaddemeler netice vermiyor mu ki: İstik-
balin kıt’alarında hakikî ve manevî hâkim ve beşeri, dün-
yevî ve uhrevî saadete sevk edecek yalnız İslâmiyettir ve
İslâmiyete inkılâp etmiş ve tahrifattan ve hurafattan sıy-
rılacak İsevîlerin hakikî dinidir ki, kur’ân’a tâbi olur, itti-
fak eder.”
MuhteremHeyet-iHâkime!
risale-i nur müellifi aleyhindeki bütün iftiralara ve
isnatlara karşı hukukî en kat’î cevap olarak üç mahke-
menin ve üç ehl-i vukufların tetkikten sonra eserleri iade
etmeleridir.
Hem üstadımızın yirmi yedi senelik hayatı ve 130
parça kitabı ve mektupları, üç mahkeme ve hükûmet
memurları tarafından tam tetkik edildiği ve aleyhinde ça-
lışan zalim, mürted ve münafıklara karşı mecbur olduğu,
hatta idamı için gizli emir verildiği hâlde, dini siyasete
âlet ettiğine dair en ufak bir emare bulamamaları, dini
Emirdağ Lâhikası – ıı | 717 |
isnat:
dayandırma, mal etme, bir
şeyi bir kimseye ait gösterme.
istikbal:
gelecek zaman.
ittifak:
ortak bir gayede anlaşma,
birleşme.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
kıt’a:
yer yüzündeki yedi büyük
kara parçasından her biri, ana
kara.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
muhterem:
saygı değer, hürmete
layık, saygın.
mukaddeme:
başlangıç, giriş.
müellif:
eser telif eden, yazan.
mümanaat:
mani olma, engel-
leme.
münafık:
nifak sokan, arabozucu;
kalbinde küfrü gizlediği halde
Müslüman görünen.
mürtet:
irtidat eden, İslâm dinini
bırakarak eski dinine veya başka
bir dine geçmiş olan, din değişti-
ren.
saadet:
mutluluk.
sevk:
ulaştırma, yöneltme.
tâbi:
birinin arkasından giden, ona
uyan, başka bir kimsenin tesiri al-
tında olan.
tahrifat:
tahrifler, bir şeyin aslını
bozmalar, değiştirmeler.
tenvir:
nurlandırma, aydınlatma,
ışıklandırma.
tetkik:
dikkatle araştırma, ince-
leme.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete ait.
zalim:
zulmeden, acımasız ve hak-
sız davranan.
âlem-i islâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
aleyh:
karşı, karşıt.
asr:
yüzyıl, asır.
beşer:
insan, insanlık.
Cami-i Emevî:
Şam’daki Em-
eviye Camii.
dair:
alakalı, ilgili.
dünyevî:
dünyaya ait.
ehl-i vukuf:
mahkemenin ta-
yin ettiği “bilir kişi”ler.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
evvel:
önce.
fecir:
sabah namazı vakti, sa-
baha karşı güneş doğmadan
önce ufkun doğusu tarafından
görünen aydınlığı.
fecr-i sadık:
gerçek aydınlık,
sabaha karşı doğu ufkunda
yayılmaya başlayan beyaz ay-
dınlık.
hakikî:
gerçek.
hakikî:
gerçek.
hâkim:
her şeye hükmeden,
her şeyi hükmü altında tutan,
her şeye galip olan Allah.
hâmile:
gebe (kadın), yüklü.
heyet-i hâkime:
hâkimler he-
yeti, hakimler kurulu.
hukukî:
hukuka uygun.
hurafat:
hurafeler, bâtıl ina-
nışlar.
iade:
geri verme.
iftira:
suçsuza suç yükleme.
ihvan:
sadık, samimî, candan
dostlar, arkadaşlar.
inkılâp:
bir hâlden diğer bir
hale geçme, değişme, dö-
nüşme.
inkişaf:
açılma, ortaya çıkma,
görülme, açığa çıkma, mey-
dana çıkma.
isevî:
Hz. İsa’nın dininden
olanlar.
islâmî:
İslâm’a uygun.