“eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-ı imaniyenin
kemalâtını ef’âlimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri el-
bette cemaatlerle İslâmiyete girecekler. Belki, küre-i ar-
zın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyete dehalet ede-
cekler.”
“ey bu Camiü’l-emevî’deki kardeşlerim gibi âlem-i İs-
lâm’ın cami-i kebirinde olan kardeşlerim! siz de ibret alı-
nız. Bu kırk beş senedeki hâdisattan ibret alınız. tam ak-
lınızı başınıza alınız. ey mütefekkir ve akıl sahibi ve ken-
dini münevver telâkki edenler! Hasıl-ı kelâm, biz kur’ân
şakirtleri olan Müslümanlar, burhana tâbi oluyoruz, akıl
ve fikir ve kalbimizle hakaik-ı imaniyeye giriyoruz. Baş-
ka dinlerin tâbileri gibi ruhbanı taklit için burhanı bırak-
mıyoruz. onun için akıl ve ilim ve fen hükmettiği istik-
balde, elbette burhan-ı aklîye istinat eden ve bütün hü-
kümlerini akla tesbit ettiren kur’ân hükmedecek.”
“evet, şimdi olmasa da otuz kırk sene sonra fen ve ha-
kikî marifet ve medeniyetin mehasini o üç kuvveti tam
techiz edip, cihazatını verip o dokuz mânileri mağlûp
edip dağıtmak için taharri-i hakikat meyelânını ve insaf
ve muhabbet-i insaniyeyi o dokuz düşman taifesinin cep-
hesine göndermiş. İnşaallah yarım asır sonra onları dar-
ma dağın edecek.”
“İşte Amerika ve Avrupa tarlaları böyle dâhi muhak-
kikleri (Mister Carlyle ve Bismarck gibi) mahsülât verme-
sine istinaden, ben de bütün kanaatimle derim: Avrupa
ahlâk-ı islâmiye:
İslâm ahlâkı.
âlem-i islâm:
İslâm âlemi, İslâm
dünyası.
asr:
yüzyıl, asır.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
bürhan-ı aklî:
aklî deliller, akla da-
yanan hüccetler, ispatlar, akla uy-
gun deliller.
Cami-i Emevî:
Şam’daki Emeviye
Camii.
cami-i kebir:
büyük cami.
cemaat:
topluluk, aralarında çeşitli
bağlar bulunan insanlar topluluğu.
cihazat:
cihazlar, uzuvlar, organ-
lar.
dâhî:
son derece zeki, anlayışlı,
deha sahibi.
dehalet:
sığınmak, yardım isteyiş,
birinin himaye ve merhametine
sığınma.
ef’al:
fiiller, işler.
fen:
tecrübî, ispatla meydana gel-
miş ilimlere verilen genel ad.
hâdisat:
hadiseler, olaylar.
hakaik-ı imaniye:
imana ait ha-
kikatler, imanî gerçekler.
hakikî:
gerçek.
hâsıl-ı kelâm:
sözün kısası.
hüküm:
hakimiyet, nüfuz, ku-
manda.
ibret:
bir durumdan veya olaydan
ders alma, ders çıkarma.
ilim:
bilme, biliş, bilgi; bir şeyin
doğrusunu bilme.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
istikbal:
gelecek zaman.
istinaden:
istinat ederek, dayana-
rak.
istinat:
dayanma, güvenme.
| 716 | Emirdağ Lâhikası – ıı
izhar:
gösterme, açığa vurma.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kemalât:
kemaller, olgunluk-
lar, mükemmellikler.
kıt’a:
yer yüzündeki yedi bü-
yük kara parçasından her biri,
ana kara.
küre-i arz:
yer küre, dünya.
mağlup:
yenilme, kendisine
galip gelinmiş.
mahsulât:
meydana gelen,
elde edilen şeyler; meyveler,
ürünler.
mâni:
engel.
marifet:
bilme, derin bilgi.
mehasin:
güzellikler, iyilikler.
meyelân:
taraftarlık.
muhabbet-i insaniyet:
insan-
lık sevgisi.
muhakkik:
tahkik eden, ger-
çeği araştırıp bulan, bir şeyin
iç yüzünü inceleyerek vakıf
olan.
münevver:
bilgili, kültürlü
kimse, aydın.
mütefekkir:
insanlığın ve
Müslümanların problemlerini
ve çarelerini çok düşünen âlim
kişi.
ruhban:
rahipler, papazlar.
sair:
diğer, başka, öteki.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tâbi:
boyun eğen, uyan, itaat
eden.
taharri-i hakikat:
hakikati
araştırma, doğruyu arama,
araştırma,.
taife:
cemaat, topluluk.
taklit:
birinin davranış ve işle-
rinin şekil ve biçim olarak ay-
nını yapma.
teçhiz:
cihazlama, donatma,
hazırlama.
telâkki:
kabul etme, alma.