yıllık faaliyetine ve neşriyatının küllî faydalarına şahadet
ve işaret ettikleri bir zat; evet, işte o acz ve fakr dersini
kendisine meslek edinen ve talebelerine ders veren bir
zat, hakikat-i hâlde yukarıda bir derece arz ettiğimiz o küllî
hizmetlerinin neticesinde talebelerinin ve bütün ehl-i ima-
nın en büyük methüsenalarına, hürmet ve muhabbetleri-
ne en lâyık, en elyak ve kabul etmesi hakkı iken, bilâkis
o aziz zat, kendisini ziyarete gelenlere ve risale-i nur
eserlerini okuyup o eserleri ilim ve iman hakikatleri der-
sinde, asrın bütün ilim ve ispatları üstünde görerek hay-
ran kalanların en samimî hürmet ve senalarından müte-
madiyen kaçınmış ve müteaddit mektuplarında, “Ben de
sizin bu ders-i kur’âniyede bir ders arkadaşınızım. Ben
en ziyade muhtaç ve fakir olduğumdan bu kudsî hakikat-
ler en evvel bana ihsan edilmiştir. Ben makam sahibi de-
ğilim. Ben kendimi beğenmiyorum. Beni beğenenleri de
beğenmiyorum. kardeşlerim, sizi bütün bütün kaçırma-
mak için nefsimin gizli çok kusurlarını söylemiyorum” di-
ye kendisine yapılan medihleri ve hürmetleri reddetmiş.
Ve gaye-i hayatını yalnız hakaik-ı imaniyenin neşrine hiz-
met bilmiş. dünyevî bütün menfaatleri o hizmeti uğrun-
da feda etmiş.
Ve işte bütün hayatı bilâ istisna bu feragate ve bu ha-
kikate şahadet eden bir zata, en haksızların dahi yapa-
mayacakları bir isnadı bu ehl-i vukuf isimli kimseler yap-
mışlar. Hatta “leyle-i kadirde İhtar edilen Bir Mesele-i
Mühimme” diye
Rehberdeki çok mühim bir hakikate na-
zar etmeyerek, bu “
ihtar
” kelimesinden de şahsî nüfuz
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
arz:
sunma, bildirme.
asr:
yüzyıl, asır.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
bilâistisna:
istisnasız, ayırt etmek-
sizin.
bilâkis:
aksine, tersine.
ders-i kur’âniye:
Kur’ân dersi,
Kur’ân’a ait ders.
dünyevî:
dünyaya ait.
ehl-i iman:
inananlar, iman sahip-
leri.
ehl-i vukuf:
mahkemenin tayin
ettiği “bilir kişi”ler.
elyak:
daha (en) layık olan.
evvel:
önce.
fakr:
fakirlik, yoksulluk; varlıktan
geçme, yalnız Allah’a muhtaç
olma.
feda:
gözden çıkarma, uğruna
verme.
feragat:
hakkından isteyerek vaz-
geçme.
gaye-i hayat:
hayatın gayesi, ha-
yatın amacı.
hakaik-ı imaniye:
imana ait ha-
kikatler, imanî gerçekler.
hakikat:
gerçek, asıl, esas.
hakikat-ı hâl:
durumun gerçek
yönü, işin aslı.
hürmet:
riayet, ihtiram.
ihsan:
verilen, bağışlanan şey.
ihtar:
dikkat çekme, hatırlatma,
uyarı.
ilim:
bilme, biliş, bilgi; bir şeyin
doğrusunu bilme.
| 712 | Emirdağ Lâhikası – ıı
iman:
inanma, inanç, itikat,
tasdik.
isnat:
dayandırma, mal etme,
bir şeyi bir kimseye ait gös-
terme.
ispat:
delil, bürhan, şahit, ta-
nık, kanıt.
kudsî:
mukaddes, yüce.
küllî:
bütün olan, tümel.
Leyle-i kadir:
Kadir Gecesi,
Kur’ân-ı Kerîm’in dünya sema-
sına nazil olduğu gece, Rama-
zan’ın 27. gecesi.
makam:
manevî mevki.
methüsena:
methedip öv-
mek.
medih:
övmek.
menfaat:
fayda.
mesele-i mühimme:
mühim,
önemli mesele.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sis-
tem.
muhabbet:
ülfet, sevgi,
sevme, dostluk.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
müteaddit:
çok, bir çok.
mütemadiyen:
sürekli olarak,
devamlı.
nazar:
bakış, dikkat.
nefis:
kişinin kendisi, iyiliğe de
kötülüğe de meyli olan duygu.
neşir:
herkese duyurma,
yayma, tamim.
neşriyat:
yayımlanmış şeyler,
basılıp dağıtılan yazılar, eser-
ler, makaleler.
samimî:
içten, candan, gönül-
den.
sena:
methetme, övme.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
şahsî:
şahsa, kişiye ait, hususî.
talebe:
öğrenci.
zat:
kişi, şahıs, fert.
ziyade:
çok, fazla.