olduğunu bildirmemektedir.” ehl-i vukuf medar-ı ittiham
etmişler. Acaba dünyada insî ve cinnî şeytanlar hiç boş
dururlar mı? onların daima fenalıkları yapmak ve yaptır-
makla meşgul olduklarından, bu vukufsuz ehl-i vukuf hiç
bilmemişler mi ki, manasız ilişiyorlar? Madem “manevî”
demiş, madem kim olduğunu bildirmemiş, dünyada hiç-
bir mahkeme böyle manevî bir adama, yani “Bir şeytana
hakaret ettin” diye “seni mahkemeye vereceğiz” diyen,
elbette sözüne zerre miktar ehemmiyet verilmez bir he-
zeyan hükmündedir.
•
s
EkiZiNCisi
:
“doğrudan doğruya kur’ân-ı Mu’cizülbe-
yan’ın i’caz-ı manevîsinden süzülen ve çıkan ve tevellüt
eden risale-i nur esaslarına dayandığı müellif tarafından
mükerreren ve musırrâne beyan ve iddia edilmekte ve
böylece propaganda dinî delillere, telkinlere istinat ettiği-
ni söylemekle” suç unsuru gösterilmektedir.
Bunu, bütün risale-i nur’u okuyanların tasdikiyle, hu-
susan meşhur Mısır, Şam, Bağdat, pakistan ve diyanet
riyasetinin dairesinin ulemâsı tasdikle, “risale-i nur doğ-
rudan doğruya hakiki bir tefsir-i kur’ânîdir ve kur’ân’ın
malı ve lemaatıdır” dedikleri hâlde, bu cümleyi medar-ı
suç yapanlardan mahkeme-i kübra-i haşirde bu hatasının
sebebi sorulacak.
(1)
o
?«/
cn
ƒr
dG n
ºr
©p
fn
h *GÉn
æo
Ñr
°ùn
M
Hasta
SaidNursî
ì®í
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
cinnî:
cin taifesinden olan.
delil:
bir davayı, meseleyi ispata
yarayan şey, bürhan, beyyine.
diyanet riyaseti:
Diyanet İşleri
Başkanlığı.
ehemmiyet:
önem, değer, kıymet.
ehl-i vukuf:
mahkemenin tayin
ettiği “bilir kişi”ler.
hakaret:
hakirlik, hor görme, in-
citme, küçük düşürme.
hakikî:
gerçek.
hezeyan:
saçmalama, herze.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
i’caz-ı manevî:
manen mucize
oluş.
iddia:
bir fikri ısrarla savunma,
dava etme.
insî:
insan cinsinden.
istinat:
dayanma, güvenme; delil
olarak kabul etme.
kur’ân-ı mu’cizülbeyan:
açıkla-
malarıyla akılları benzerlerini yap-
maktan aciz bırakan Kur’an.
lemaat:
lem’alar, parıltılar, parla-
yışlar.
madem:
...den dolayı, böyle
ise.
mahkeme-i kübra-i haşir:
haşrin en büyük mahkemesi,
öldükten sonra bütün insan-
ların diriltilerek Allah huzu-
runda hesaba çekileceği en
büyük mahkeme.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
medar-ı ittiham:
suçlanma
sebebi.
musırrâne:
ısrar ve inatla, ıs-
rarlı bir şekilde.
müellif:
eser telif eden, yazan.
mükerreren:
mükerrer olarak,
tekrar olarak, tekrar be tek-
rar.
propaganda:
bir inanç, dü-
şünce, doktrin v.b. ni başkala-
rına tanıtmak, benimsetmek
amacını güden ve çeşitli vası-
talarla yapılan faaliyet.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
tefsir-i kur’ânî:
Kur’ân tefsiri,
Kur’ân’ın açıklaması.
telkin:
fikir aşılama, zihinde
yer ettirme.
tevellüt:
doğma, doğum.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
vukuf:
anlama, bilme, haberli
olma.
zerre:
en küçük parça, mole-
kül, atom.
1.
Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (Âl-i İmrân Suresi: 173)
| 702 | Emirdağ Lâhikası – ıı