Emirdağ Lâhikası - page 701

Hemen herkesin dediği gibi “Hatırıma geldi,” yahut
“Fikrime geldi,” yahut “Fikrime ihtar edildi” gibi tabirleri
herkes istimâl ediyor. Benim de bunu söylemekten mak-
sadım bu ki: “Benim hünerim, benim zekâm değil; sünû-
hat kabîlinden” demektir. Bu da herkesin dediği gibi bir
sözdür. eğer vukufsuz ehl-i vukufun verdiği mana ilhâm
da olsa, hayvanattan tut, tâ melâikelere, tâ insanlara, tâ
herkese bir nevi ilhâma ve sünûhata mazhar oldukları,
ehl-i fen ve ehl-i ilim ittifak etmişler. Buna suç diyen, ilim
ve fenni inkâr etmek lâzım gelir.
B
EŞiNCisi
:
“Müellif, cazibedar bir fitnenin esiri olmak
ihtimâli olan bir nesli, risale-i nur’dan medet umanlara
verdiği cevaplarla kurtaracağına kànidir.” ehl-i vukuf bu
cümleyi de medar-ı ittiham etmişler. “Yüz bin şahitle is-
pat edilen ve meydana gelen zahir bir hakikati kanaat et-
tim” demesini medar-ı suç yapmak ne derece manasız ol-
duğunu, dikkat eden anlar.
a
LTıNCısı
:
“siyasiyyun, içtimaiyyun, ahlâkiyyunların
kulakları çınlasın!” demesini bir suç mevzuu göstermişler.
Hâlbuki gençleri tehlikelerden kurtarmak için kısa ve ra-
hat bir çareyi keşfettiğini, “siyasiyyun, ahlâkiyyun da bu-
nu terviç etsinler” manasında demiş: “kulakları çınlasın!”
Buna suç diyen, insaniyet itibarıyla çok suçlu olmak ge-
rektir.
Y
EdiNCisi
:
“Fitneyi ateşlendiren ve tâlim eden irtidat-
kâr bir şahs-ı manevînin mevcud olduğunu ve bu manevî
şahsın hayaline göründüğünü söylemekte, fakat kim
Emirdağ Lâhikası – ıı | 701 |
olmuş.
keşif:
bulma, meydana çıkarma.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
mazhar:
nail olma, şereflenme,
kavuşma; nail olmuş, erişmiş, ka-
vuşmuş.
medar-ı ittiham:
suçlanma se-
bebi.
medet:
inayet, yardım, imdat.
melâike:
melek, melekler.
mevzu:
konu.
müellif:
eser telif eden, yazan.
nesil:
kuşak, nesil.
nevi:
çeşit.
siyasiyyun:
siyasîler, siyasetçiler,
politikacılar.
sünuhat:
sünuhlar, akla gelen, içe
doğan şeyler.
sünuhat:
sünuhlar, akla, hatıra ge-
len, hatırlanan şeyler.
şahs-ı manevî:
bir cemaatin mey-
dana getirdiği manevî şahsiyet (ki-
şilik).
tabir:
ifade, söz.
talim:
eğitim, yetiştirme, öğretme.
terviç:
bir fikri tutma, destekleme.
umman:
istediği şeyin gerçekleş-
mesini beklemek.
vukuf:
anlama, bilme, haberli
olma.
zahir:
açık, görünür.
ahlâkiyyun:
ahlakçılar, ahlak
ilmi ile uğraşanlar.
cazibedar:
çekici, cazibeli.
ehl-i fen:
fen ilimleri ile uğra-
şanlar.
ehl-i ilim:
ilim sahipleri, ilim
adamları.
ehl-i vukuf:
mahkemenin ta-
yin ettiği “bilir kişi”ler.
esir:
tutsak.
fen:
tecrübî, ispatla meydana
gelmiş ilimlere verilen genel
ad.
fitne:
karışıklık, bozgunculuk,
azgınlık.
hakikat:
gerçek.
hüner:
marifet, bilgililik, usta-
lık.
içtimaiyyun:
toplum bilimci-
ler, sosyologlar.
ihtar:
dikkat çekme, hatır-
latma, uyarı.
ihtimal:
olabilirlik, bir şeyin
olabilmesi mümkün olma,
gerçekleşebilirlik.
ilham:
içe, gönüle doğma,
kalbe gelme, gönle doğan şey.
ilim:
bilme, bilgi.
inkâr:
reddetme, inanmama,
kabul ve tasdik etmeme.
insaniyet:
insanlık mahiyeti,
insan olma hâli, insana yakışır
davranış.
irtidatkâr:
irtidat edici, dinden
çıkan, dini terk eden.
ispat:
delil göstererek iddiayı
sağlamlaştırma.
istimal:
kullanma.
ittifak:
bir konuda, ortak bir
gayede anlaşma, fikir birliği
etme, uyuşma, bağdaşma.
kabîl:
bu türlü, bu çeşit, bu
cins.
kanaat:
inanma.
kani:
kanmış, inanmış, tatmin
1...,691,692,693,694,695,696,697,698,699,700 702,703,704,705,706,707,708,709,710,711,...1032
Powered by FlippingBook