Bu ayet-i kerimenin tesettür emri kadınlara büyük bir
merhamet olduğunu ve kadınları sefâletten kurtardığını,
risale-i nur kat’î ispat ettiği gibi,
Sebilürreşad’
ın 115. sa-
yısındaki “ehl-i İman Ahiret Hemşirelerime” ünvanı olan
bir makalem ispat eder.
•
d
ÖrdÜNCÜsÜ
:
“Şahsî nüfuz temin etmek” bir suç un-
suru gösterilmiş. sebebi de “risale-i nur’un şahs-ı mane-
vîsi namına konuşuyorum” demesi ve “kalbe ihtar edil-
di,” “Hatırıma geldi,” “kalbime geldi,” “risale-i nur hem
mektep, hem medrese, hem tekke fâidesini veriyormuş”;
ehl-i vukuf bu cümleyi medar-ı ittiham etmiş.
Cevabenderiz:
Bir adam kabir kapısında, seksenden
geçmiş, kırk seneden beri kendisini inzivâya alıştırmış, yir-
mi sekiz seneden beri tecrit-i mutlak ve hapis ve nefiy
içinde bütün bütün dünyadan küsmüş; otuz beş sene ga-
zeteleri okumamış, dinlememiş. Mukabelesiz ömründe
hediye kabul etmemiş, en yakın akrabasından, hatta kar-
deşinden hiç mukabelesiz bir şey kabul etmemiş. Hürmet-
ten, teveccüh-i nâstan kaçmak için, halklarla görüşme-
mek için zaruret olmadan kendine düstur yapmış. Ve bü-
tün dostların medihlerini kendi şahsına almayarak, ya
nurcuların heyetine, ya risale-i nur’un şahs-ı manevîsi-
ne havale etmiş. Ve dermiş:
“Ben lâyık değilim. Haddim de değil. Ben bir hizmet-
kârım; çekirdek gibi çürüdüm, gittim. risale-i nur ise,
kur’ân-ı Hakîm’in tefsiridir, manasıdır.”
ahiret:
öbür dünya, ikinci hayat.
ayet-i kerîme:
Kur’ân’ın ayeti;
azamet ve şerefi olan ayet.
cevaben:
cevap olarak, karşılık
şeklinde.
düstur:
kaide, esas, prensip.
ehl-i iman:
inananlar, iman sahip-
leri.
ehl-i vukuf:
mahkemenin tayin
ettiği “bilir kişi”ler.
havale:
bir şeyi başkasının üstüne
bırakma.
hemşire:
kız kardeş, bacı.
heyet:
kurul, topluluk; birlik teşkil
eden şahıs ve şeylerin tamamı.
hizmetkâr:
hizmet yapan kimse,
hizmetçi.
hürmet:
riayet, ihtiram, saygı.
ihtar:
dikkat çekme, hatırlatma,
uyarı.
inziva:
bir köşeye çekilme, tek ba-
şına yaşama, dünya işlerinden vaz
geçme, dünyadan el-etek çekme.
ispat:
delil göstererek iddiayı sağ-
lamlaştırma.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
| 700 | Emirdağ Lâhikası – ıı
kur’ân-ı hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
medar-ı ittiham:
suçlanma
sebebi.
medih:
övmek.
medrese:
yüksek mektep,
üniversite.
mektep:
okul.
mukabele:
karşılık.
nam:
yerine, vekillik.
nefiy:
sürme, sürgün etme,
cezalandırarak başka bir yerde
ikamet etmeye mecbur etme;
sürgün.
Nurcu:
Bediüzzaman Said Nur-
sî’nin eserlerine ve fikirlerine
taraftar olan, Risale-i Nur’ları
okuyup neşreden kimse.
nüfuz:
itibar, yetki.
sefalet:
sefillik, süflîlik, hakirlik,
aşağılık, düşkünlük.
şahs-ı manevî:
bir cemaatin
meydana getirdiği manevî
şahsiyet (kişilik).
şahsî:
şahsa, kişiye ait, hususî.
tecrid-i mutlak:
hiç kimseyle
görüşememek, tam bir yalnız-
lık.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakı-
mından izahı, Kur’ân’ın şerhi.
tekke:
Tarikat mensuplarının
zikir ve ibadet ettikleri; şartla-
rına uygun yaşadıkları yer.
temin:
elde etme.
tesettür:
örtünme, gösteril-
mesi dinen yasak olan kısım-
ların örtülmesi.
teveccüh-i nas:
insanların il-
gisi, insanların insana vermiş
oldukları değer.
ünvan:
kitap, dergi, yazı veya
makale başlığı.
zaruret:
zorunluluk, mecburi-
yet.