yalan! Uzun asırlarda İslâm-türk kahramanları namıyla
maruf olmuş ve ahlâk ve namusun, haysiyet ve şerefin
kemaline yetişmiş bildiğimiz ve iftihar ettiğimiz ecdadı-
mız, annelerimiz, bizim iftiharımızın aksine olarak emr-i
kur’ân’a ittiba etmemişler, güzelliğin hakikatini terbiye-i
İslâmiye dairesinde adab-ı kur’âniye ziynetiyle ziynetlen-
mek değil, vücutlarını çıplak olarak teşhir etmekte bilmiş-
ler, öyle mi?
ey ehl-i insaf ve ey tarihiyle, mukaddesatıyla kahraman
ve mübarek ecdadıyla iftihar eden nesli hâzır! geliniz, gö-
rünüz. tarihinizi ve İslâmiyetinizi tahkir eden bir suikast
vesikasını yazan ve imza edenlere, hayatınızın hayatı, ru-
hunuzun ruhu bildiğiniz İslâmiyetiniz namına ve kâinatı
on dört asır ışıklandıran ve kudsî ve İlâhî düsturlarıyla bin
seneden beri milyonlar ecdadınızı nurlandıran ve ebedî
saadete sevk eden kur’ân’ınız namına ve o düstur-i
kur’ân’a ittiba eden yüzer milyon ecdadınız namına, ah-
lâk-ı hasene ve namus muhafazası yolunda İslâmî terbi-
yenin ziyasıyla nurlanan ve terbiye alan ve kadınlığın ha-
kikî manasını ve hakikî güzelliğini yaşayışlarıyla ve giyi-
nişleriyle ve hayatlarıyla gösteren annelerinizin ve nine-
lerinizin ve hemşirelerinizin namına o müfterilere, o tez-
yif ve tahkir savuranlara teessüfünüzü, tekdirinizi ve red-
dinizi bildiriniz.
İşte o müfteriler, yaşı sekseni bulmuş, zehirlerden şid-
detli hasta, dinî hizmetinden dolayı ömrü hapishaneler-
de çürütülmüş bir İslâm kahramanınız, şimdi bütün mü-
nevverlerin ve çok ediplerin ve terbiyecilerin vatan ve
Emirdağ Lâhikası – ıı | 705 |
şıyan haslet.
nesil:
kuşak, nesil.
nur:
aydınlatma, parıltı; Cenab-ı
Hakk’ın bütün kainatı isim ve sı-
fatlarıyla aydınlatması.
ret:
reddetme, kabul etmeme.
ruh:
hayat ve canlılık veren şey.
saadet:
mutluluk.
sevk:
ulaştırma, yöneltme.
şeref:
manevî büyüklük, yücelik,
övünülecek şey.
tahkir:
hakaret etme, küçük
görme, şeref ve haysiyetini in-
citme.
teessüf:
üzülme, eseflenme, bir
şeyin tesirini hissetme, acı duyma.
tekdir:
azarlama, azar, uyarma, çı-
kışma, ikaz.
terbiye:
eğitim.
terbiye:
iyi ahlâk, nezaket, görgü.
terbiye-i islâmiye:
İslâmî terbiye.
teşhir:
gösterme, sergileme.
tezyif:
eğlenme, alaya alma, alay
etme.
vesika:
belge.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
ziynet:
süs.
ahlâk-ı hasene:
güzel ahlâk,
güzel huy.
asr:
yüzyıl, asır.
düstur:
kanun, kaide, kural,
prensip, esas.
düstur-i kur’ân:
Kur’ân’ın
prensibi, düsturu.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
ecdat:
dedeler, büyük babalar,
atalar.
edip:
edebiyatçı, edebiyatla
meşgul olan.
ehl-i insaf:
insaf sahipleri,
merhametli olanlar, orta yolu
tutanlar.
hakikat:
gerçek, asıl, esas.
hakikî:
gerçek.
haysiyet:
şeref, onur, itibar.
hemşire:
kız kardeş, bacı.
iftihar:
gurur, övünme.
ilâhî:
Allah’la ilgili, Cenab-ı
Hakka dair.
islâmî:
İslâm’a uygun.
ittiba:
tabi olma, uyma, itaat
etme.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
kemal:
olgunluk, fazilet.
kudsî:
mukaddes, yüce.
maruf:
ünlü, meşhur.
muhafaza:
koruma, saklama,
hıfzetme.
mukaddesat:
mukaddes, kut-
sal, temiz ve yüce olan şeyler.
mübarek:
hayırlı, mutlu, kutlu,
uğurlu.
müfteri:
iftira atan, iftiracı.
münevver:
bilgili, kültürlü
kimse, aydın.
nam:
ün, şöhret, şan.
namus:
edep, hayâ, ahlâk,
doğruluk gibi faziletlerin so-
nucu olan ve yüksek değer ta-