temin ettiğine bir delil göstermişler. Hâlbuki, bu
ihtar
ke-
limesi, o yüksek hakikatlerin ehemmiyetine öyle bir şü-
mulü var ki, ancak o hakikati okumak lâzımdır. İşte, o
parça, ikinci Harb-i Umumînin sonunda nev-i beşerin
dehşetli zulümleri ve tahribatları neticesindeki dehşetli
meyusiyetleriyle dehşetli vicdan azaplarını ve dünya ha-
yatının bütün bütün fânî ve muvakkat olması ve medeni-
yet fantaziyelerinin uyutucu ve aldatıcı olduğunun umu-
ma görünmesiyle, fıtrat-ı beşeriyedeki yüksek istidadatın
dehşetli yaralanmasını ve kur’ân’ın elmas kılıcı altında
gaflet ve dalâletin parçalandığını ve bu sebeple dünya
hayatının geçici ve muvakkat olmasından, beşeriyet, ha-
yat-ı bâkiyeyi arayacağını ve ebedî hayatı ve daimî sa-
adeti ancak kur’ân’ın müjde verdiğini ispat ile pek par-
lak izahtan sonra diyor:
“elbette, nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse,
maddî veya manevî bir kıyamet başlarına kopmazsa, İs-
veç, norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin kur’ân’ı kabul
etmeye çalışan meşhur hatipleri ve Amerika’nın din-i
hakkı arayan ehemmiyetli cemiyeti gibi, ruy-i zeminin
geniş kıt’aları ve büyük hükûmetleri, kur’ân-ı Mu’cizül-
beyan’ı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bü-
tün ruhu canlarıyla sarılacaklar. Çünkü bu hakikat nok-
tasında kat’iyen kur’ân’ın misli yoktur ve olamaz. Ve
hiçbir fley bu mu’cize-i ekberin yerini tutamaz.”
EyMuhteremHâkimler!
Yalnız son cümlesini numune olarak size arz ettiğimiz
bu ehemmiyetli fıkranın başında yazılan
ihtar
kelimesi
Emirdağ Lâhikası – ıı | 713 |
kıyamet:
bütün kâinatın Allah ta-
rafından tayin edilen bir vakitte
yıkılıp mahvolması.
kur’ân-ı mu’cizülbeyan:
açıkla-
malarıyla akılları benzerlerini yap-
maktan aciz bırakan Kur’an.
maddî:
madde ile alakalı, cismanî.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
medeniyet:
medenîlik, şehirlilik,
uygarlık.
me’yusiyet:
ümitsizlik.
misil:
benzer, eş, nazır, tıpkısı.
mu’cize-i ekber:
en büyük
mu’cize.
muhterem:
saygı değer, hürmete
layık, saygın.
muvakkat:
geçici.
nev-i beşer:
insanoğlu, insan
soyu; insanlar.
nüfuz:
itibar, yetki.
numune:
örnek, misal, örnek ola-
rak gösterilen.
ruhucan:
candan, gönülden.
rûy-i zemin:
yeryüzü.
saadet:
mutluluk.
şümul:
içine alma, kaplama, ihata
etme.
tahribat:
tahripler, yıkıp bozma-
lar.
temin:
elde etme.
umum:
hep, herkes.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı şerden
ayırt etmeye yardımcı olan ahlâkî
duygu.
zulüm:
haksızlık, eziyet, işkence.
arz:
sunma.
azap:
eziyet, işkence; büyük
sıkıntı, şiddetli acı.
beşeriyet:
insanlık, insanlar.
cemiyet:
manevî birlik teşkil
eden cemaat.
daimî:
sürekli, devamlı.
dalâlet:
dinsizlik, inançsızlık,.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
delil:
iz, nişan, emare.
din-i hak:
hak din, İslâmiyet.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
elmas:
çok kıymetli bir mü-
cevher.
fanteziye:
yalandan gösteriş,
görünüşte lüks ve ziynet.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
fıtrat-ı beşeriye:
insanın ya-
ratılışı, insanın tabiatı.
gaflet:
Allah’tan uzaklaşıp nef-
sinin arzularına dalmak.
hakikat:
gerçek.
harb-i Umumî:
genel harp,
dünya savaşı.
hatip:
hitap eden, topluluğa
konuşan; müspet düşünceli
ilim adamları.
hayat-ı bakıye:
bâkî olan,
sonsuz hayat, ahiret hayatı.
ihtar:
dikkat çekme, hatır-
latma, uyarı.
ispat:
delil göstererek iddiayı
sağlamlaştırma.
istidadat:
istidatlar, kabiliyet-
ler, yetenekler.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile
anlatma.
kat’iyen:
katî olarak, kesin
olarak, kesinlikle.
kıt’a:
yer yüzündeki yedi bü-
yük kara parçasından her biri,
ana kara.