kanaatim var. eğer bazı dostlarım mahzun olmasaydı,
ben daimî hapiste kalacaktım.
eğer şer’an intihar caiz olsaydı, elbette rus’un Başku-
mandanının ve İstanbul’u işgal eden İtilâfçıların Başku-
mandanlarının kendi idam etmek vaziyetlerine ve divan-ı
riyasette elli meb’usun huzurunda İlk reisicumhurun şid-
detli hiddetine karşı tezellüle tenezzül etmeyen bir adam,
elbette pek çok defa bir adî jandarma ve gardiyanın ve
adî bir memurun tahkirkârâne ihanetleri ve iftiraları ve ta-
zipleri ve ağır tacizlerini gören adama, elbette ölüm yüz
defa hayattan daha ziyade ona hoş gelir.
Madem
Rehber’
i bahane edip, böyle hiç hatıra ve ha-
yale gelmeyen bir evhamla ittiham ediliyorum. Ben ve
kardeşlerim
Rehber’
in hakikatiyle hem imanımızı hem
ahlâkımızı tehlikeden kurtardığımız için deriz ki:
Rehber
on beş sene evvel telif edilmiş, üç defa tab ile
binler nüshası ve el yazısıyla on binler nüshası bu vatan-
da iştiyakla okunmak suretinde intişar ettiği hâlde, yüz
bin adam okuyucu hiç kimseden muvafık, muhalif, din-
dar, dinsizden hiçbirisi dememiş, “ondan zarar gördük”
veya “Vatan ve millete zararı var”; işitmedik. öyle bir za-
rar olsaydı, bu ehemmiyetli bir mesele olduğu için, inti-
şar edecekti. Hâlbuki bundan yüz bine yakın şahit göste-
ririz ki, “Biz ondan imanımızı kurtardık, seciye-i milliye-
mizi onunla düzelttik, istifade ettik” diye yüz bin şahit bu
davamıza lüzum olsa göstereceğiz.
Emirdağ Lâhikası – ıı | 697 |
nüsha:
birbirinin aynı olan yazılı
metinlerden her biri.
reisicumhur:
halkın reisi, cumhur-
başkanı.
seciye-i milliye:
millî seciye, millî
karakter; her milletin kendine has
olan huy ve karakteri.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şer’an:
şeriata göre, şeriat bakı-
mından, şeriatça.
tab:
kitap basma.
taciz:
rahatsız etme, huzursuz
kılma, sıkma.
tahkir:
hakaret etme, küçük
görme, şeref ve haysiyetini in-
citme.
tazip:
azap çektirme, eziyet etme,
sıkıntı verme.
telif:
yazılmış, ortaya konulmuş
eser.
tenezzül:
kendine aykırı düşen bir
işi veya durumu kabul etme, al-
çalma.
tezellül:
alçalma, küçülme.
vaziyet:
durum.
ziyade:
çok, fazla.
adî:
basit, bayağı, sıradan.
bahane:
asıl sebebi gizlemek
için ileri sürülen uydurma se-
bep.
caiz:
yapılması veya yapılma-
masında sakınca olmayan, uy-
gun.
daimî:
sürekli, devamlı.
dava:
takip edilen fikir, iddia,
ülkü.
dindar:
dinin emirlerini yerine
getiren.
divan-ı riyaset:
reislik, baş-
kanlık makamı.
evham:
vehimler, zanlar, ku-
runtular.
evvel:
önce.
gardiyan:
nöbetçi, hapishane
bekçisi.
hakikat:
gerçek.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
iftira:
suçsuza suç yükleme.
ihanet:
hainlik, kötülük etme.
intihar:
bir kimsenin çeşitli se-
beplerin etkisi ile kendini öl-
dürmesi.
intişar:
yayılma, yaygınlaşma,
neşrolunma.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
işgal:
bir yeri, yeni bir ülkeyi
ele geçirme, istilâ, zapt.
iştiyak:
aşırı isteme, çok fazla
arzu etme.
itham:
suç isnat etme, suç-
lama.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
madem:
...den dolayı, böyle
ise.
mahzun:
hüzünlü, kederli,
üzüntülü.
mebus:
milletvekili.
mesele:
konu.
muhalif:
zıt, karşıt.
muvafık:
taraflı.