Emirdağ Lâhikası - page 687

Hem o küçücük, parçacık hava, küre-i hava kadar va-
zife görür. en küçük, en büyük küre-i hava kadar büyür.
eğer cilve-i kudret-i ezeliyeye verilmezse, öyle acip bir
hurafeli tezat olur ki, hiçbir hayale gelmez. Bir şey zıddı-
na inkılâbı muhal olduğundan, böyle binler derece en
cüz’î, zıddı olan en küllî olmak; en küçük, en büyük ol-
mak; en camit, cahil, fluursuz, âciz en muktedir, en dira-
yetli ve iradetli ve fluurlu olmak lâzım gelir ki, yüzer tezat
ve muhaller ve hurafetler içinde, emsali bulunmaz bir hu-
rafedir. demek, bilbedahe kudret-i ezeliyenin bir cilvesi-
dir. Ve o cilveyi küre-i havada umumen temsil eden bu
gelen hadis-i şerifin meali gösteriyor. Şöyle ki:
Bir melâike var. kırk bin başı var. Her başında, kırk
bin dil var. Her bir dilde kırk bin tesbihat yapıyor. 64 tril-
yon tesbihat aynı anda söylüyor. demek küre-i hava, bu
melâike gibidir. Yani, bu melâikenin tesbihatı adedince
her kelime-i tayyibe, hava sayfasında yazılıyor.
küre-i hava diyor ki: “Bu hadis, benden veya bana ne-
zarete memur melekten haber veriyor. Çünkü, insanda-
ki bütün konuşmalar ve sair bütün hadsiz sesler, karışma-
ları içinde karıştırılmadan tam hurufatıyla ve söyleyenle-
rin şiveleriyle, mümtaz sesleriyle söylenmek gösterir ki,
küllî bir şuurla yapılan bu iş yalnız tek bir zerrenin vazife-
si, ne bana, yani küre-i havaya ve ne de bütün esbaba
vermesi hiçbir cihet-i imkânı yok. demek her yerde hâ-
zır, nazır ehadiyet cilvesiyle ve içinde ihatalı bir irade, mu-
hit bir ilim bulunan bir kudret-i ezeliyenin cilvesidir. Bu-
na milyonlar şahitlerinden birisi radyodur.”
Emirdağ Lâhikası – ıı | 687 |
kış.
hurufat:
harfler.
iaşe:
geçindirme, besleme, yedirip
içirme.
ihatalı:
kuşatıcı.
inkılâp:
bir hâlden diğer bir hale
geçme, değişme, dönüşme.
iradet:
irade, istek, dileme.
istiğrap:
garip bulmak, şaşırmak
ve hayret etmek.
kaide:
kural, esas, düstur.
kelime-i tayyibe:
güzel ve hoş ke-
lime.
kudret:
Allah’ın bütün varlığı çev-
releyen ezelî kuvveti.
kudret-i Ezeliye:
ezele ait kudret,
başı-sonu olmayan sonsuz İlâhî
kudret, kuvvet.
küre-i hava:
hava küresi, dünyayı
kaplayan hava tabakası, atmos-
fer.
medar-ı ibret:
ibret sebebi, vesi-
lesi.
melâike:
melekler.
meselâ:
misal olarak, şunun gibi,
söz gelişi, faraza.
mu’cizat:
mu’cizeler, Allah tara-
fından verilip, yalnız peygamber-
lerin gösterebilecekleri büyük ha-
rika işler.
mu’cizat:
yaratılmışların yapmak-
tan aciz kaldıkları olağan üstü şey-
ler.
muhal:
imkansız, olması mümkün
olmayan.
muhit:
ihata eden, etrafını çeviren,
kuşatan, saran.
muktedir:
iktidarlı, gücü yeten.
mümtaz:
ayrıcalıklı, seçkin.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakma,
dikkatli bakış.
nazır:
nezaret eden, bakan, göze-
ten.
neşir:
herkese duyurma, yayma,
tamim.
nezaret:
gözetme, bakma, kontrol
etme.
rızk:
yiyecek, içecek şey, azık.
sair:
diğer, başka, öteki.
şahit:
.
şaşaa:
gösteriş, debdebe, tantana.
şive:
söyleyiş, telâffuz.
şuur:
bilinç.
şuursuz:
idraksiz, bilgisiz.
taife:
takım, güruh, familya.
temsil:
birinin, bir topluluğun veya
bir kuruluşun adına hareket etme.
tesbihat:
tesbihler, Cenab-ı Hakkın
bütün noksan sıfatlardan uzak ve
bütün kemal sıfatlara sahip oldu-
ğunu ifade eden sözler.
tezat:
zıtlık, aykırılık.
umumen:
umumî olarak, bütün
olarak.
vahdaniyet:
Allah’ın birliği ve var-
lığı, Allah’ın bir oluşu.
vazife:
görev.
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom.
âciz:
eli yetmez, gücü yetmez,
güçsüz.
âdet:
tabiatta var olan kanun.
adî:
basit, bayağı, sıradan.
adiyat:
her zaman olagelen,
alışılmış, sıradan şeyler, basit
işler.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr ola-
rak.
camit:
ruhsuz, cansız madde.
celp:
elde etme, kendine
çekme.
cihet-i imkân:
mümkün olma
yönü, imkân tarafı. bir şeyin
olabilirlik tarafı, yönü.
cilve:
tecelli, görüntü.
cüz’iyat:
ehemmiyetsiz, de-
ğersiz, ufak tefek şeyler.
delil:
iz, nişan, emare.
dirayetli:
bilgili, kavrayışlı.
ehadiyet:
Allah’ın her bir
şeyde birliğinin tecelli etmesi,
görünmesi.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
esbap:
nedenler, sebepler, va-
sıtalar.
hadis-i şerif:
Peygamberimiz-
den aktarılan sözlerin genel
adı.
hilkat-i insaniye:
insanın, in-
sanlığın yaratılışı.
hurafe:
manasız söz.
hurafe:
sonradan uydurulan
söz, batıl inanış.
huruç:
çıkma, dışarı çıkma, çı-
1...,677,678,679,680,681,682,683,684,685,686 688,689,690,691,692,693,694,695,696,697,...1032
Powered by FlippingBook