Œ
3 0 7
œ
(1)
o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S /
¬p
ªr
°SÉp
H
(2)
Ék
ªp
FGn
O Gk
ón
HG o
¬o
JÉn
cn
ôn
Hn
h $G o
án
ªr
Mn
Qn
h r
ºo
µ r
«n
?n
Y o
?n
Ós
°ùdn
G
Aziz,Sıddık,Sarsılmaz,Sebatkâr,FedakârKardeşle-
rim!
Ev vel â:
(3)
m
ôr
°ûn
Y m
?Én
«n
dn
h@ p
ôr
én
Ør
dGn
h
senasına mazhar o ge-
celerinizi ve bayramınızı ruhucanımla tebrik ederim. Ve
şiddetli hastalığımın şifasına dualarınızı isterim.
Sa n i yen:
nurların parlak fütuhatına bir derece mü-
manaat fikriyle, gizli dinsizler bir kısım resmî memurları
âlet ederek keyfî kanunlarla ilişiyorlar. Ve has nurcuların
az bir kısmına fütur vermek için çalışıyorlar. ezcümle, bu
mübarek günlerde İstanbul’dan
Rehber
hakkında dinsiz-
lik damarıyla yazılan
(HaşİYe)
ehl-i vukuf raporunu bana
gönderdiler. Ben şiddetli ve semli hastalığım için, onlara
cevap vermesini sizlere havale ediyorum.
on iki sene evvel yazılan ve aflar ve beraatler gören
ve beş mahkemenin eline geçip ilişilmeyen ve iade edi-
len ve on bin adama, hususan gençlere zararsız menfa-
at veren ve zeyilleriyle beraber büyük müdafaatımda bu
vatana büyük faydası ispat edilen bu eser hakkında Med-
resetüzzehra ve şubeleri o ehl-i vukufu susturmak ve
kanun namına tam kanunsuzluk ettiklerini ve adliyede
adalet hesabına dehşetli zulüm ettiklerini ve
Rehber
HaşİYe:
size bera-i malûmat bilâhare gönderilecektir.
adalet:
her hak sahibine hakkının
tam ve eksiksiz verilmesi, düzenli
ve dengeli oluş.
adliye:
mahkeme, yargılama işle-
riyle uğraşan daire.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
beraat:
suçsuzluğun sabit olması.
bera-i malûmat:
bilgi vermek için.
bilâhare:
sonradan.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ehl-i vukuf:
mahkemenin tayin
ettiği “bilir kişi”ler.
evvel:
önce.
evvelâ:
öncelikle.
ezcümle:
bu cümleden olarak.
fedakâr:
kendini veya şahsî men-
faatlerini hiçe sayan, feda eden.
fütuhat:
fethetmek, yayılmak.
fütur:
zayıflık, gevşeklik, usanç.
havale:
bir şeyi başkasının üstüne
bırakma.
hususan:
bilhassa, özellikle.
iade:
geri verme.
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
keyfî:
kanuna uymayarak, keyfe,
arzuya bağlı.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
medresetüzzehra:
Bediüzza-
man’ın Doğuda kurulmasını arzu
ettiği üniversitenin bir manada
aynı işlevi gören “Risale-i Nur” hiz-
metine verdiği isim.
menfaat:
fayda.
mübarek:
hayırlı, mutlu, kutlu,
uğurlu.
müdafaat:
müdafaalar, savunma-
lar.
mümanaat:
mani olma, en-
gelleme.
nam:
yerine, vekillik.
Nurcu:
Bediüzzaman Said Nur-
sî’nin eserlerine ve fikirlerine
taraftar olan, Risale-i Nur’ları
okuyup neşreden kimse.
resmî:
devletin olan, devlete
ait, devletle ilgili.
ruhucan:
candan, gönülden.
saniyen:
ikinci olarak.
sebatkâr:
sebat eden, sö-
zünde ve kararında duran,
vazgeçmeyen, sebatlı.
semli:
zehirli.
sena:
methetme, övme.
sıddık:
çok doğru, dürüst,
hakkı ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
şifa:
bedenî ve ruhî bir hasta-
lığın son bulması, sağlığına ka-
vuşma.
şube:
bir bütünün bölündüğü
ikinci derece parçalardan her
biri.
zeyil:
ek, ilâve.
zulüm:
haksızlık.
1.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.
2.
Allah’ın selâmı, rahmeti ve berekâtı ebedî olarak daima üzerinize olsun.
3.
Yenim olsun fecre. Ve on geceye. (Fecr Suresi: 1-2.)
| 694 | Emirdağ Lâhikası – ıı