on üçüncü sözde hikmet-i kur’âniye ile hikmet-i fel-
sefeyi muvazene bahsinde denilmiş olan meselenin meali
budur ki:
Felsefe-i insaniye, gayet harikulâde mu’cizat-ı kudret-i
İlâhiyenin mu’cizat-ı rahmeti üstüne adiyat perdesi çeker.
o adiyat altındaki vahdaniyet delillerini ve o harika ni-
metlerini görmüyor, göstermiyor. Fakat âdetten huruç et-
miş hususî bazı cüz’iyatı görür, ehemmiyet verir.
Meselâ, hilkat-i insaniyedeki kudret mu’cizelerini gör-
müyor, ehemmiyet vermiyor. Fakat, kaideden çıkmış iki
başlı, üç ayaklı bir insanı görüp, istiğrap ve velvele-i hay-
retle nazar-ı dikkati celp eder; küllî, umumî mu’cizatı âdet
perdesinde saklar; cüz’î ve kanundan çıkmış ve taifesin-
den ayrılmış maddeleri medar-ı ibret yapar.
Hem meselâ, hayvandan, insandan yavruların pek ha-
rika, pek mu’cizatlı iaşelerini adî görüp ehemmiyet ver-
miyor. Fakat, bir vakit Amerika’da bir gazetenin neşret-
tiği gibi, taifesinden çıkmış, milletinden ayrılmış, denizin
dibine girmiş bir böceğin, bir yeşil yaprak rızık olarak ağ-
zına verilmesini gören balıkçılar ağlamışlar, şaşaa ile ilân
etmişler.
Hâlbuki, en cüz’î bir yavruda, memedeki Âb-ı kevser
gibi rızkında, onun gibi binler mu’cizat-ı rahmet ve ihsan
var. Felsefe-i beşeriye görmüyor ki şükretsin, o rahma-
nürrahîm’i tanısın, şükürle mukabele etsin.
İşte, hikmet-i kur’âniye o adiyat perdesini yırtar. o
küllî, umumî harika mu’cizeleri ve fevkalâde nimetleri
âb-ı kevser:
cennetteki sulardan
biri; Kevser Suyu.
âdet perdesi:
gelenek, görenek
ve alışkanlıkların gerçeği gizlemesi
durumu .
âdet:
alışkanlık, gelenek, görenek
.
adî:
basit, sıradan.
adiyat:
her zaman olagelen, alışıl-
mış, sıradan şeyler, basit işler.
bahis:
konu, mesele.
celp etmek:
çekmek, getirmek.
cüz’î:
küçük, parça.
cüz’iyat:
küçük parçalar.
ehemmiyet:
önem, değer.
fevkalâde:
çok güzel, çok iyi, çok
üstün.
gayet:
son derece.
harika:
olağanüstü.
harikulâde:
olağanüstü.
hikmet-i felsefe:
felsefe ilmi.
hikmet-i kur’âniye:
Kur’ân’a
mahsus hikmet, Kur’ân’ın hikmeti.
hilkat-i insaniye:
insanlığın yara-
tılışı .
huruç etmek:
çıkma, çıkış .
hususî:
özel.
iaşe:
yiyecek, rızık, hayatı devam
ettiren şey.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
istiğrap:
yadırgama, garip karşı-
lama .
kaideden çıkmak:
kurala bağlı ol-
| 688 | Emirdağ Lâhikası – ıı
mama.
kudret mucizeleri:
Allah’ın
kudreti ile yarattıkları.
küllî:
umumî, genel.
meal:
mana, anlam, mefhum.
medar-ı ibret:
düşündürücü
ibret alınması gerekilen.
meselâ:
misal olarak, söz ge-
lişi, şunun gibi.
mesele:
konu.
mu’cizat:
insanın yapmaktan
aciz kaldığı şeyler.
mu’cizatlı:
insanı aciz bırakan
harikulade yapıda.
mu’cizat-ı rahmet:
Rahmet
mucizesi.
mu’cize:
benzerini yapmaktan
insanların aciz kaldığı şey.
mukabele:
karşılık verme,
karşılama.
muvazene:
ölçü, kıyas, muka-
yese.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakış,
ilgilenme.
neşretmek:
yaymak.
rahmanü’r-rahîm:
çok şef-
katli, çok merhametli olan Al-
lah.
rızık:
hayatın devamı için Ce-
nab-ı Hak tarafından verilenler
yiyecek, içecek şey, azık.
şaşaa:
debdebe, parlaklık, gös-
teriş.
şükür:
Allah’ın nimetlerine
karşı memnunluk gösterme,
gerek dil ile gerekse hal ile Al-
lah’ı hamd etme.
taife:
cins, kavim, kabile.
umumî:
umuma ait, umumla
ilgili, herkesle alâkalı, herkese
ait.
vahdaniyet:
yaratılışta birlik,
yaratanın bir oluşu.
velvele-i hayret:
şaşkınlık be-
lirtisi.