merhamet hükmüne ve bazı hakaikın keflfine bir anahtar
olduğunu, bana çok acımamak için haber veriyorum. Fa-
kat yine duanızı ruhucanımla rica ediyorum.
evet, flimdi
Siracünnur
başındaki münacatı okudum.
ülfet ve âdet ve yeknesaklık perdeleri altında çok harika
hakikatler gizleniyor gördüm. Bilhassa ehl-i gaflet ve
ehl-i tabiat ve felsefenin dinsiz kısmı bu âdetullah kanun-
larının perdesi altında çok mu’cizat-ı kudret-i İlâhiyeyi
görmeyip, dağ gibi bir hakikati, zerre gibi bir adî esbaba
isnat eder, yükletir. kadîr-i Mutlak’ın her şeydeki marifet
yolunu seddeder. ondaki nimetleri kör olup görmeye-
rek, şükür ve hamd kapısını kapıyorlar.
Meselâ, birtek kelimeyi aynı anda milyon, belki milyar
kelime olarak, cilve-i kudret sahife-i havada istinsah etti-
ği gibi,
(1)
o
Ö u
«`s
£dG o
ºp
?n
µ`r
dG o
ón
©°r
ün
j p
¬r
«n
dp
G
ayetinin remziyle her ke-
lime-i tayyibe, bütün küre-i havada birden, âdeta zaman-
sız, kalem-i kudretle istinsah edildiği gibi manevî ve mak-
bul hakikatlerin bir yazar-bozar tahtası hükmünde olan
küre-i havada kudretin acip bir mu’cizesinin zaman-ı
Âdem’den beri ülfet perdesi altında ehl-i gaflet nazarında
saklandığı gibi; şimdi radyo namı verdikleri ayn-ı hakikat-
le sabit olmuş ki, içinde hadsiz bir ilim ve hikmet ve ira-
de bulunan gayr-i mütenahi bir kudret-i ezeliyenin cilve-
si, her zerre-i havaîde hâzır ve nazırdır ki, hadsiz ayrı ay-
rı kelimeler her bir zerre-i havaînin küçücük kulağına gi-
rip incecik dilinden çıktığı hâlde karışmıyor, bozulmuyor,
şaşırmıyor.
Emirdağ Lâhikası – ıı | 683 |
rinde.
hükmüne:
yerine, değerine.
ilim:
bilme, biliş, bilgi; bir şeyin
doğrusunu bilme.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi ya-
pıp yapmama konusunda için olan
iktidar, güç.
isnat:
dayanma, dayandırma.
istinsah:
nüshasını yazma, örne-
ğini çıkarma, kopya etme.
kadîr-i mutlak:
hiç bir kayıt ve
şarta tâbi olmaksızın her şeye
gücü yeten sonsuz kudret sahibi,
Allah.
kalem-i kudret:
kudret kalemi,
Allah’ın güç ve kuvveti ile yarat-
ması.
kelime-i tayyibe:
güzel ve hoş ke-
lime.
keşif:
gizli bir şeyi bulma, mey-
dana çıkarma.
kudret-i ezeliye:
ezele ait kudret,
başı-sonu olmayan sonsuz İlâhî
kudret, kuvvet.
küre-i hava:
hava küresi, dünyayı
kaplayan hava tabakası, atmos-
fer.
makbul:
kabul edilmiş olan, alı-
nan, reddedilmeyen.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
marifet:
bilme, ilim, daniş.
meselâ:
misal olarak, şunun gibi,
söz gelişi, faraza.
mu’cizat-ı kudret-i ilâhîye:
Al-
lah’ın kudretinin mu’cizeleri.
mu’cize:
benzerini yapmaktan in-
sanların aciz kaldığı şey.
münacat:
dua.
nam:
ad, isim.
nazar:
düşünme, fikir, mülâhaza,
niyet.
nazır:
bir yüzü bir tarafa bakan,
yönelik.
remiz:
işaret, işaretle anlatma, is-
teğini işaretle ifade etme.
ruhucan:
candan, gönülden.
sabit:
ispat edilmiş, ispatlanmış.
sahife-i hava:
hava sayfası.
set:
kapama, tıkama, engel olma.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahibini
tanıma ve ona karşı minnet
duyma.
ülfet:
alışkanlık hâline getirme,
huy edinme.
ülfet:
alışma, kaynaşma, dostluk.
yeknesak:
tek düzen, değişmez.
zaman-ı âdem:
Hz. Âdem zamanı,
insanlığın ilk devresi.
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom.
zerre-i havaiye:
hava zerresi, ha-
vadaki atomlar.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
âdet:
görenek, usul, alışkan-
lık.
âdeta:
sanki.
âdetullah:
Allah’ın tabiata
koyduğu yaratılışa ait kanun-
lar.
adî:
basit, bayağı, sıradan.
ayn-ı hakikat:
hakikatin aslı,
gerçeğin tâ kendisi.
bilhassa:
özellikle.
cilve:
tecelli, görüntü.
cilve-i kudret:
kudret ve kuv-
vetin tecellisi, görüntüsü.
ehl-i gaflet:
dünyaya daldığın-
dan dolayı ahiretin farkında ol-
mayan.
ehl-i tabiat:
tabiatperestler,
tabiata tapanlar.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
felsefe:
madde ve hayatı baş-
langıç ve gaye bakımından in-
celeyen ilim.
gayr-i mütenahi:
sonsuz,
sonu olmayan, nihayetsiz.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakaik:
hakikatler, doğrular,
gerçekler.
hakikat:
gerçek, doğru.
hamd:
Allah’a karşı şükran ve
memnuniyetini onu överek
bildirme.
harika:
olağanüstü.
hikmet:
İlahî gaye, gizli sebep,
fayda.
hükmünde:
değerinde, ye-
1.
Bütün güzel sözler Ona yükselir. (Fâtır Suresi: 10.)