mevcudatı hesabına Miraç gecesinde, Fahr-i kâinat ve
netice-i Hilkat-i Âlem peygamber Aleyhissalâtü Vesse-
lâm, huzur-i İlâhîde nev-i beşerin, belki umum zîhayat,
belki umum mahlûkat namına, selâm yerinde,
(1)
! o
äÉn
Ñu
«`s
£dn
G o
äGn
ƒn
?s
°üdn
G o
äÉn
cn
QÉn
Ño
ªr
dn
G o
äÉs
«p
ës
àdn
G
demesi; ve
içinde bir küllî mana bulunduğundan bütün ümmet her
gün çok defa namazlarında zikretmesiyle; ve ehl-i iman
içinde, herbir mertebe sahibinin bir hissesi içinde bulun-
duğu; ve bundan evvel Hüve nüktesinin haşiyesinde, rad-
yo vasıtasıyla hava unsurunun harika mu’cizat-ı kudreti
göstermesi cihetinde kalbe ihtar edildi ki:
“Bir ehl-i iman, ebedî bir saadette, dünya kadar bir
mülk-i bâkîyi netice verecek bu kısacık ömr-i dünyevîde
ettiği ibadette bir küllî ibadet, âdeta kendi hususî dün-
yasıyla beraber ibadet etmiş gibi, kendi hususî dünyası
kadar bir mükâfat alacağı işarat-ı kur’âniyeden anlaşılır”
diye, Hüccetü’z-zehranın İkinci Makamında, ilm-i İlâhî
mebhasinde
o
äÉn
cn
QÉn
Ño
ªr
dn
G o
äÉs
«p
ës
àdn
G
ilâahirenin küllî manaları
ruhuma gelip, öylece teşehhütte
o
äÉs
«p
ës
àdn
G
derken, birden
hayalime hususi dünyamın dört unsuru olan
toprak,su,
hava,nur
unsurları dört küllî dil oldular. Herbir dil,
milyarlar, hatta trilyonlar, katrilyonlar adedince
! o
äÉn
Ñu
«`s
£dn
G o
äGn
ƒn
?s
°üdn
G o
äÉn
c
n
QÉn
Ño
ªr
dn
G o
äÉs
«p
ës
àdn
G
kelimelerini li-
san-ı hâl ile söylüyorlar; hayalen gördüm.
Emirdağ Lâhikası – ıı | 673 |
küllî:
umumî, genel.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin du-
ruşu ve görünüşü ile bir mana
ifade etmesi.
mahlûkat:
yaratıklar, Allah tara-
fından yaratılanlar.
makam:
yer, durak.
mebhas:
bir bahisle ilgili yazı, kı-
sım, bölüm.
mertebe:
derece, basamak.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahluklar.
mu’cizat-ı kudret:
kudret mu’ci-
zeleri.
mükâfat:
iyi bir iş veya hizmetten
dolayı verilen şey, ödül.
mülk-i bâkî:
daimî, kalıcı olan
mülk; daima tasarruf altında bu-
lunan mülk.
nam:
yerine, vekillik.
netice-i hilkat-ı âlem:
âlemin ya-
ratılış neticesi, gayesi.
nev-i beşer:
insanoğlu, insan
soyu; insanlar.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
ömr-i dünya:
dünya hayatı, her
hangi bir canlının dünyadaki ya-
şama süresi.
saadet:
mutluluk.
selâm:
barış, rahatlık, selamet ve
esenlik dileme.
teşehhüt:
şahadet getirme, na-
mazda ‘tahiyyat’ın oturarak okun-
ması.
umum:
bütün.
ümmet:
Müslümanların tamamı;
bütün Müslümanlar.
vasıta:
sebep, vesile.
zîhayat:
hayat sahibi.
zikir:
anma, anılma, adını anma,
hatıra getirme, iyilikle anma.
âdeta:
sanki.
aleyhissalâtü vesselâm:
‘salât
ve selam onun üzerine olsun’
anlamında Hz. Muhammed’e
dua.
cihet:
yön, sebep, vesile.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
Fahr-i kâinat:
kâinatın
övüncü, kâinatın kendisiyle
övündüğü zat olan Peygam-
berimiz (asm).
harika:
olağanüstü.
haşiye:
bir kitabın sayfalarının
kenarına veya altına yazılan
açıklayıcı yazı, derkenar.
hayalen:
hayalî bir şekilde.
hisse:
pay, nasip, kısmet.
hususî:
özel.
huzur-i ilâhî:
Cenab-ı Hakk’ın
huzuru.
ihtar:
dikkatini çekme, hatır-
latma, uyarı.
ilâahir:
sona kadar, sonuna
kadar.
ilm-i ilâhî:
Allah’ın ilmi.
işarat-ı kur’âniye:
Kur’ân’ın
işaretleri.
1.
Bütün tahiyyeler, bütün mübârek şeyler, bütün salâvât ve duâlar ve bütün kelimat-ı tay-
yibe Allah’a muhsustur. (Buharî, Ezan: 148, 150; Müslim, Salât: 56, 60, 62; İbn-iMace, İkame:
24.)