İşte nurun zahiren, kemiyeten dar cihetine bakmaya-
rak, hakikat cihetinde keyfiyeten geniş ve fevkalâde men-
faatini hissetmesi suretiyle, hem de siyaset nazarıyla bü-
tün memleket-i osmaniyede olacak gibi ifade etmiş. o
büyük veli, onun dar daireyi geniş tasavvurundan ona iti-
raz etmiş. Hem o zat haklı, hem eski said bir derece hak-
lıdır. Çünkü risale-i nur imanı kurtarması cihetiyle o dar
dairesi madem hayat-ı bâkiye ve ebediyeyi imanla kurta-
rıyor. Bir milyon talebesi bir milyar hükmündedir. Yani
bir milyon değil, belki bin insanın hayat-ı ebediyesini te-
mine çalışmak, bir milyar insanın hayat-ı fâniye-i dünye-
viye ve medeniyetine çalışmaktan daha kıymettar ve
manen daha geniş olması, eski said’in o rüya-i sadıka gi-
bi olan hiss-i kablelvuku ile o dar daireyi bütün osmanlı
memleketini ihata edeceğini görmüş. Belki, inşaallah, o
görüş, yüz sene sonra nurların ektiği tohumların sümbül-
lenmesiyle aynen o geniş daire nur dairesi olacak, onun
yanlış tabirini sahih gösterecek.
İkincihakikat:kırk sene evvel eski said bu matbu
kitabetlerinde,
İşaratü’l-İ’caz
’ın baştaki ifade-i meramın-
da ve sair eserlerinde musırrane ve mükerreren talebele-
rine diyordu ki: “Hem maddî, hem manevî büyük bir
zelzele-i içtimaî ve beşerî olacak. Benim dünya terkiyle
inzivamı ve mücerret kalmamı gıpta edecekler” diyordu.
Hatta Hürriyetin birinci senesinde İstanbul’da Camiü’l-
ezher’in reis-i Uleması olan Şeyh Bahid Hazretleri (
rH
)
İstanbul’da eski said’e sordu:
Camiü’l-Ezher:
Mısır’daki Ezher
Üniversitenin adı.
cihet:
yön, sebep, vesile.
dünyevî:
dünyaya ait.
ebediye:
ebede mensup, zevalsiz,
sonu olmayan, sürekli, hiç son bul-
mayacak şekilde süren.
evvel:
önce.
fevkalâde:
olağanüstü.
gıpta:
imrenme.
hakikat:
gerçek, bir şeyin aslı,
esası.
hayat-ı bâkiye:
bâkî olan, sonsuz
hayat, ahiret hayatı.
hayat-ı ebediye:
ebedî ve sonsuz
hayat, ahiret hayatı.
hayat-ı fânîye:
fânî hayat; sonu
olan dünya hayatı.
hiss-i kablelvuku:
Bir şeyi vuku-
undan önce hissetme, bir hadise-
nin gerçekleşmesinden önce
kalbe doğması.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
ifade-i meram:
dilek ve maksadı
ifade etme; kitaplara yazılan ön-
söz.
ihata:
kuşatma, içine alma.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
inziva:
bir köşeye çekilme, tek ba-
şına yaşama, dünya işlerinden vaz
geçme, dünyadan el-etek çekme.
itiraz:
kabul etmediğini belirtip
karşı çıkma.
kemiyeten:
sayı itibariyle, sayıca.
keyfiyeten:
keyfiyet yönünden,
nitelik ve özellik bakımından.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
kitabet:
yazı yazma, bir maddeyi
kaidelerine uygun şekilde kaleme
alma.
maddî:
madde ile alakalı, cismanî.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
manen:
mana bakımından, ma-
naca.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
matbu:
tab edilmiş, basılmış.
medeniyet:
bir topluluğun hayat
| 670 | Emirdağ Lâhikası – ıı
tarzı, bilgi seviyesi, sanat gücü,
maddî ve manevî varlığı ile il-
gili vasıfların tamamı.
menfaat:
fayda.
musırrâne:
ısrar ve inatla, ıs-
rarlı bir şekilde.
mücerret:
evlenmemiş, bekâr.
mükerreren:
mükerrer olarak,
tekrar olarak, tekrar be tek-
rar.
nazar:
düşünme, fikir, mülâ-
haza, niyet.
Nur:
Risale-i Nur.
rüya-i sadıka:
doğru rüya,
makbul ve muteber kimsele-
rin gördükleri şekilde, dün-
yada hakikatleri çıkan sadık
rüya.
sahih:
gerçek, doğru, şüphesiz,
yalan olmayan, yanlış olma-
yan.
sair:
diğer, başka, öteki.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tabir:
yorum, yorumlama.
talebe:
öğrenci.
tasavvur:
bir şeyi zihinde şe-
killendirme, tasarlama, kurma.
temin:
sağlama.
velî:
Allah’ın sevgisine, hima-
yesine kavuşmuş, ermiş kim-
seler, Allah dostu, evliya.
zahiren:
görünüşte.
zat:
kişi, şahıs, fert.