cehennemden kurtulmama ve hatta saadet-i ebediyeme
vesile yapmama, belki hiçbir maksada kat’iyen âlet et-
mekliğime gayet kuvvetli, manevî bir mâni görüyordum.
Hayret, hayret içinde kalıyordum.
Acaba herkesin hoşlandığı manevî makamatı ve uhre-
vî saadetleri a’mâl-i sâliha ile onları kazanmak ve müte-
veccih olmak, hem meşrû, hem hiçbir cihet-i zararı olma-
dığı hâlde, niçin böyle ruhen men ediliyorum?
rıza-i İlâhîden başka vazife-i fıtriye-i ilmiyenin sevkiyle
yalnız ve yalnız imana hizmetin kendisi ayn-ı ücret bana
gösterilmiş. Çünkü, şimdi bu zamanda hiçbir şeye âlet ve
tâbi olmayan ve her gayenin fevkinde olan hakaik-ı ima-
niyeyi fıtrî ubudiyetle muhtaçlara tesirli bir surette bildir-
menin bu dehşetli zamanda çâre-i yegânesi ve imanı kur-
taracak ve kat’î kanaat verecek, bu tarzda, yani hiçbir şe-
ye âlet olmayan bir ders-i kur’ânî lâzımdır ki, küfr-i mut-
lakı ve mütemerrid ve inatçı dalâleti kırsın ve herkese ka-
naat-i kat’iye verebilsin. Böyle bir derse, bu zamanda bu
şerait dâhilinde hiçbir şahsî ve uhrevî ve dünyevî, maddî
ve manevî bir şeye âlet edilmediğini bilmekle kat’î kana-
at gelebilir. Yoksa, komitecilikten ve cemiyetçilikten te-
vellüd eden dehşetli dinsizlik şahsiyet-i maneviyesine kar-
şı mukabil çıkan bir şahsın en büyük bir mertebe-i mane-
viyesi de bulunsa, yine vesveseleri bütün bütün izale ede-
mez. Çünkü, imana girmek isteyen muannidin nefsi ve
enesi diyebilir ki, “Bu kudsî şahıs, dehasıyla ve harika ma-
kamıyla bizi kandırdı” diye bir şüphesi kalır.
a’mal-i saliha:
salih ameller, Al-
lah’ın rızasına uygun yapılmış iyi
ve hayırlı işler.
cemiyetçilik:
cemiyet taraftarlığı,
particilik, grupçuluk.
cihet-i zarar:
zararlı taraf, zararlı
yön.
çare-i yegâne:
tek çare, tek çıkar
yol.
dâhil:
içinde, içeri girmiş.
dalâlet:
dinsizlik, inançsızlık,.
deha:
olağanüstü zeka sahibi
olma.
dehşetli:
ürkütücü, sıkıntı verici.
ders-i kur’ânî:
Kur’ân dersi,
Kur’ân’a ait ders.
dünyevî:
dünyaya ait.
ene:
ben, benlik.
fevkinde:
üstünde.
fıtrî:
tabiî, doğal.
gayet:
son derece.
hakaik-ı imaniye:
imana ait ha-
kikatler, imanî gerçekler.
harika:
olağanüstü vasıflar taşıyan
ve hayranlık hissi uyandıran.
izale:
giderme, ortadan kaldırma.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kanaat-ı kat’iye:
kesin kanaat, va-
rılan kesin düşünce.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
kat’iyen:
hiç bir zaman, asla.
komite:
kötü bir maksat için top-
lanmış topluluk, cemiyet.
kudsî:
mukaddes, yüce.
küfr-i mutlak:
mutlak küfür, hiç
bir imanî hükmü, delili kabul et-
meme, kesin ve tam bir inkar.
maddî:
madde ile alakalı, cismanî.
| 660 | Emirdağ Lâhikası – ıı
makam:
manevî mevki.
makamat:
makamlar.
maksat:
kastedilen, istenilen
şey, varılmak istenen nokta,
niyet, meram.
manevî:
maddî olmayan, içe
ait, mana ile ilgili.
mâni:
engel.
men:
yasak etme, engelleme.
meşru:
şeriata uygun, şeriatın
müsaade ettiği şey.
muannit:
inatçı, ayak direyen.
mukabil:
karşılık.
mütemerrit:
temerrüt eden,
inatçı, kötü fiilinde inatlaşan.
müteveccih:
bir cihete dönen,
yönelen.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan hayırlı işlerden alıko-
yan güç.
rıza-i ilâhî:
Allah’ın rızası, hoş-
nutluğu.
ruhen:
ruh bakımından, ruh
yönünden, ruh olarak.
saadet:
mutluluk.
saadet-i ebediye:
sonu olma-
yan, sonsuz mutluluk.
sevk:
ulaştırma, yöneltme.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şahsî:
şahsa, kişiye ait, hususî.
şahsiyet-i maneviye:
manevî
şahsiyet, manevî kişilik.
şerait:
şartlar.
tâbi:
birinin arkasından giden,
ona uyan, itaat eden.
tarz:
biçim, şekil.
tevellüt:
doğma, doğum.
ubudiyet:
kulluk.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete
ait.
vesile:
aracı, vasıta.
vesvese:
şüphe, kuruntu,
kalbe gelen asılsız kötü ve
sinsi düşünce.