insanı çok fakir ediyor. o ihtiyaç cihetinde beşeri zulme,
başka haram kazanmaya sevk etmiş. Bîçare avam ve ha-
vas tabakasını daima mübarezeye teşvik etmiş. kur’ân’ın
kanun-i esasîsi olan “vücub-i zekât, hurmet-i riba” vasıta-
sıyla avâmın havassa karşı itaatini ve havassın avâma kar-
şı şefkatini temin eden o kudsî kanunu bırakıp burjuvala-
rı zulme, fukaraları isyana sevk etmeye mecbur etmiş. İs-
tirahat-i beşeriyeyi zirüzeber etti.
İkincinükte:
Bu medeniyet-i hâzıranın harikaları, be-
şere birer nimet-i rabbaniye olmasından, hakikî bir şü-
kür ve menfaat-i beşerde istimali iktiza ettiği hâlde, şim-
di görüyoruz ki, ehemmiyetli bir kısım insanı tembelliğe
ve sefahete ve sa’yi ve çalışmayı bırakıp istirahat içinde
hevesatı dinlemek meylini verdiği için, sa’yin şevkini kırı-
yor. Ve kanaatsizlik ve iktisatsızlık yoluyla sefahete, isra-
fa, zulme, harama sevk ediyor.
Meselâ, risale-i nur’daki
NurAnahtarının dediği gibi,
radyo büyük bir nimet iken, maslahat-ı beşeriyeye sarf
edilmekle bir manevî şükür iktiza ettiği hâlde, beşte dör-
dü hevesata, lüzumsuz, malâyanî şeylere sarf edildiğin-
den, tembelliğe, radyo dinlemekle heveslenmeye sevk
edip sa’yin şevkini kırıyor. Vazife-i hakikiyesini bırakıyor.
Hatta çok menfaatli olan bir kısım harika vesait, sa’y
ve amel ve hakikî maslahat-ı ihtiyac-ı beşeriyeye istimali
lâzım gelirken, ben kendim gördüm, ondan bir ikisi zaru-
rî ihtiyacata sarf edilmeye mukabil, ondan sekizi keyif,
hevesat, tenezzüh, tembelliğe mecbur ediyor. Bu iki cüz’î
misale binler misaller var.
amel:
fiil, iş.
avam:
halkın büyük kısmı, umum,
herkes; “havas”ın zıddı.
beşer:
insan, insanlık.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
burjuva:
burjuvaya mensup olan,
orta tabakadan, Avrupa’da işçi sı-
nıfı ile aristokrasi arasındaki sınıf-
tan, tüccar ve sanayici sınıfı.
cüz’î:
küçük, az.
ehemmiyetli:
önemli.
hakikî:
gerçek.
haram:
İslâmiyetçe yasaklanan iş-
ler.
harika:
her zaman rastlanmayan,
olağanüstü vasıflar taşıyan ve hay-
ranlık hissi uyandıran, âdet ve ta-
biat dışında olan şey.
havas:
ilerlemiş, ileri kimseler,
önde gelenler, üst tabaka, seçkin-
ler, zenginler sınıfı.
hevesat:
hevesler.
hürmet-i riba:
ribanın, yani fâizin
haram oluşu.
ihtiyacat:
ihtiyaçlar, lüzumlu olan
şeyler.
iktisat:
tutum, biriktirme, artırma,
tasarruf.
iktiza:
gerek, lüzum.
israf:
gereksiz yere harcama, ihti-
yaçtan fazlasını harcama, savur-
ganlık.
istimal:
kullanma.
istirahat:
dinlenme, rahatlama.
istirahat-ı beşeriye:
insanlığın ra-
hatı, huzuru.
itaat:
söz dinleme, boyun eğme,
emre uygun hareket etme.
kanaat:
elindeki ile yetinmek.
kudsî:
mukaddes, yüce.
malâyani:
manasız, faydasız, boş
(şey).
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
| 650 | Emirdağ Lâhikası – ıı
maslahat-ı beşeriye:
insanın
faydasına olan işler, şeyler.
maslahat-ı ihtiyacat-ı beşe-
riye:
insanın ihtiyaçlarına fay-
dalı olan şey.
medeniyet-i hâzıra:
şimdiki
medeniyet.
meselâ:
örneğin.
misal:
örnek, numune.
mukabil:
karşılık.
mübareze:
çatışma, kavga.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
nimet-i rabbaniye:
bütün
mahlûkatı idare ve terbiye
eden Allah’ın nimeti.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
sarf:
harcama.
sa’y:
iş, çalışma, çabalama.
sefahat:
yasak şeylere, zevk
ve eğlenceye aşırı derecede
düşkünlük.
sefahat:
zevk, eğlence ve ya-
sak şeylere düşkünlük, sefih-
lik.
sevk:
yöneltme.
şefkat:
karşılıksız sevgi bes-
leme, içten ve karşılıksız mer-
hamet.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek
ve heves.
şükür:
teşekkür.
tenezzüh:
gezinti.
vazife-i hakikiye:
hakikî ger-
çek vazife.
vesait:
vasıtalar.
vücub-i zekât:
verilmesi Allah
tarafından emredilmiş olan ze-
kât.
zarurî:
zorunlu.
zirüzeber:
altüst, karmakarı-
şık, darmadağın.
zulüm:
haksızlık, eziyet, cefa,
işkence.