ehadiyeti gösterir. gayet cüz’î ve küçük bir vazifede, küllî
ve geniş bir delil-i ehadiyete işaret eder ki, Hüve nüktesi
haşiyeleriyle bunu gayet kısaca ispat ediyor.
İştemilyarlarnumunelerindenikiküçüknumunesinden
birisi:
Manevî nurun, ilim suretinde beşerin kafasında
cilvesinin bir cüz’îsi, tırnak kadar kuvve-i hafızaya malik
bir adamın kafasında, doksan kitabın kelimatı yazılmış.
Ve üç ayda, her günde üç saat meşgul olarak, hâfızasının
sahifesinin yalnız o kısmını ancak tamam edebilmiş. Ay-
nı adam, seksen sene ömründe gördüğü ve işittiği ve me-
rakını tahrik eden ve ona hoş gelen manaları ve kelime-
leri ve suretleri ve savtları, o tırnak kadar kuvve-i hafıza-
nın sahifesinde, istediği vakitte müracaat edip bir büyük
kütüphane kadar bütün mahfuzatının aynı şeylerini ora-
da bütün istediklerini mevcut ve muntazam yazılmış ve di-
zilmiş görüyor.
İşte bu tırnak kadar kuvve-i hafızanın, bahr-i umman
gibi bir vüs’ati ve güneş gibi bir ihatalı nuru ve bir ziya-i
manevîsi ve zemin yüzü kadar geniş sahifeleri olmazsa bu
hâl olamaz. Bu ise yüz binler derece muhal muhal içinde
ve imkânsız olduğundan, elbette ve elbette bu küçücük
tırnak kadar hafıza, levh-i Mahfuz bir sahife-i kader ve
kudreti olan Alîm-i Mutlak’ın, ilim ve hikmet ve kudretiy-
le, o levh-i Mahfuz’un bir numunesini beşerin kafasında
halk eylemesine kudsî bir şahadet eder.
alîm-i mutlak:
sonsuz ve sınırsız
ilim sahibi Allah, hakikî manada
gerçek ilim sahibi olan Allah.
bahr-i umman:
Hint Okyanusu.
beşer:
insan, insanlık.
cilve:
tecelli, görüntü.
cüz’î:
kıymetsiz, önemsiz, tefer-
ruat.
delil-i ehadiyet:
Allah’ın herbir
şeyde tecelli etme delili.
ehadiyet:
Allah’ın her bir şeyde
birliğinin tecelli etmesi, görünmesi.
gayet:
son derece.
| 678 | Emirdağ Lâhikası – ıı
hafıza:
insanda hatırlama has-
sesi, bellek.
halk:
yoktan var etme.
haşiye:
bir kitabın sayfalarının
kenarına veya altına yazılan
açıklayıcı yazı, derkenar.
ilim:
bilgi, marifet.
ispat:
delil göstererek iddiayı
sağlamlaştırma.
kelimat:
kelimeler, sözler.
kudsî:
yüce, kusursuz, temiz.
kuvve-i hafıza:
hafıza gücü.
küllî:
umumî, genel.
Levh-i mahfuz:
korunmuş
levha, Allah’ın ezelî ilmiyle kâi-
natta olmuş ve olacak şeylerin
yazılı olduğu levha.
mahfuzat:
ezberlenmiş şey-
ler.
malik:
sahip.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
muntazam:
nizamlı, intizamlı,
düzenli ve düzgün biçimde.
müracaat:
başvurma, da-
nışma.
numune:
örnek, misal, örnek
olarak gösterilen.
sahife-i kader:
savt:
ses, seda.
suret:
resim, tasvir; fotoğraf;
şekil biçim, tarz.
tahrik:
hareket ettirme, hare-
kete geçirme.
vazife:
görev.
vüs’at:
genişlik.