gelen ve gelmeye başlayan netice-i hizmete iki bin bank-
not verseydim yine ucuz sayacaktım. Umuma ait netice-
leri de buna kıyas edilsin.
(1)
»/
bÉn
Ñ`r
dGn
ƒo
g »/
bÉn
Ñ`r
dn
G
Duanızamuhtaçhastakardeşiniz
SaidNursî
ì®í
Œ
3 0 5
œ
NUr âLEmiNiN Bir aNahTarı’NıN
Bir haŞiYEsi
Bu
NurAnahtarı’
nın radyo bahsine dair, iki üniversi-
teli ile bir gün, hareket etmekte olan, hiçbir telle bağlı bu-
lunmayan bir otomobilde bulunan radyo ile, uzakta bir
mevlid-i şerif dinliyorduk. o iki nurcu üniversitelilere de-
dim:
nurda dahi hayat, vücut gibi doğrudan doğruya kud-
ret-i İlâhiyenin perdesiz tecellisi bedahetle göründüğüne
bir delil budur ki: Şimdi bu makinecikteki tırnak kadar bir
hava, manevî az bir nur, yalnız bu mevlidden gelen keli-
meleri dinler, söyler değil, belki binler, milyonlar kelime-
leri aynı anda dinler, söyler ki, binler istasyondaki ayrı ay-
rı kelimeleri şimdiki işittiğimiz kelimeler gibi işitir ve işit-
tirebilir, bize söyleyebilir. demek en cüz’î, en küllî olur.
bahis:
konu.
banknot:
kâğıt bir lira.
bedahet:
açıklık, aşikâr, ispata ih-
tiyaç olmayacak derecede açıklık.
cüz’î:
az, parçaya ait olan.
dair:
alakalı, ilgili.
delil:
iz, nişan, emare.
istasyon:
vericileriyle birlikte,
radyo, televizyon tesisleri.
kıyas:
karşılaştırma, oranlama.
kudret-i ilâhiye:
Allah’ın kud-
reti, Allah’ın kudretiyle yaptığı
işler, fiiller, tasarruflar.
küllî:
çok, büyük, çok mik-
tarda.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mevlit:
Süleyman Çelebi’nin
bu konudaki meşhur ve yay-
gın eseri.
nur:
aydınlatma, parıltı; Ce-
nab-ı Hakk’ın bütün kainatı
isim ve sıfatlarıyla aydınlat-
ması.
Nur:
aydınlık, parıltı, parlaklık,
ziya, ışık, şule.
Nurcu:
Risale-i Nur’u okuyup
yaymaya çalışan.
tecelli:
açılıp belirme, açıkça
ortaya çıkma, aydınlanma.
umum:
hep, herkes.
vücut:
varlık.
1.
Bâkî olan ancak Allah’tır.
| 686 | Emirdağ Lâhikası – ıı