Emirdağ Lâhikası - page 684

demek bütün esbap toplansa, tek bir zerrenin bu vazi-
fe-i fıtriyesindeki cilve-i kudret-i kudsiyeyi hiçbir cihette
yapamadığı ve bu her zerrenin hadsiz ince küçük kulağın-
da ve dilinde gayet harika sanata hiçbir cihette hiçbir par-
mak karışmadığı için, ehl-i dalâlet ve ehl-i gaflet “ülfet,
âdet, kanunluk, yeknesaklık” perdesiyle saklayıp, adî bir
isim takıp, muvakkat kendilerini aldatıyorlar.
Meselâ, on dördüncü sözün zeylinin haşiyesinde de-
nildiği gibi, pek çok mu’cizatlı bir usta, bir tırnak kadar
bir odun parçasından yüz okka muhtelif taamları, yüz ar-
şın muhtelif kumaşları yapsa, bir adam o odun parçasını
gösterip dese, “Bu işler tabiî ve tesadüfî olarak bundan
olmuş”; o ustanın harika sanatlarını, hünerlerini hiçe in-
dirse, ne derece bir hamakat ve dalâlette bir hurafet ve
hezeyan olduğu gibi; aynen öyle de, çam ve incir ağacı
gibi binler harika sanatları tazammun eden bir mu’cize-i
kudreti, nohut gibi iki çekirdeği gösterip, “Bunlar bun-
dan olmuş” demek; veya küre-i havayı bir konferans
meydanı ve zemin yüzünü bir dershane ve bir mekteb-i
irfan hükmüne getiren ve hadsiz nimetleri tazammun
eden ve hadsiz şükürlerle mukabele etmek lâzımken; ve
beşerin saadet-i ebediyesindeki ihsanat-ı İlâhiyenin bir
muaccel
(HaşİYe)
numunesi ve hiçbir şüpheyi bırakmayan
ve doğrudan doğruya hazine-i rahmetten ihsan edilen bir
hediye-i rahmaniyeye radyo namını takmakla, bu elek-
trik ve havanın temevvücatı namını vermekle, o yüz bin
HaşİYe:
Bu kelimede büyük bir hakikat hazinesinin anahtarına işaret
var.
âdet:
görenek, usul, alışkanlık.
adî:
basit, bayağı, sıradan.
arşın:
yaklaşık 68 cm’ye eşit olan
uzunluk ölçüsü.
beşer:
insan, insanlık.
cihet:
sebep, vesile, mucip, ba-
hane.
dalâlet:
şaşkınlık.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimse-
ler.
ehl-i gaflet:
dünyaya daldığından
dolayı ahiretin farkında olmayan.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hamakat:
ahmaklık, beyinsizlik,
budalalık.
harika:
olağanüstü.
haşiye:
bir kitabın sayfalarının ke-
narına veya altına yazılan açıkla-
yıcı yazı, derkenar.
hazine-i rahmet:
rahmet hazinesi.
hediye-i rahmanî:
sonsuz mer-
hamet ve şefkat sahibi olan Al-
lah’ın kullarına hediye olarak ver-
diği nimetler.
hezeyan:
saçmalama, abuk sabuk
konuşma, herze.
hurafat:
hurafeler, bâtıl inanışlar.
hükmüne:
yerine, değerine.
hüner:
marifet, bilgililik, ustalık.
ihsan:
verilen, bağışlanan şey.
ihsanat-ı ilâhiye:
İlâhî ihsanlar; Ce-
| 684 | Emirdağ Lâhikası – ıı
nab-ı Hakkın mahlûkatına ih-
san ettiği bütün nimetler, ik-
ramlar, hediyeler, bağışlar.
küre-i hava:
hava küresi, dün-
yayı kaplayan hava tabakası,
atmosfer.
mekteb-i irfan:
ilim ve irfan
okulu, irfan yuvası.
meselâ:
misal olarak, şunun
gibi, söz gelişi, faraza.
muaccel:
tacil edilmiş, acele
olunmuş.
mu’cize:
benzerini yapmaktan
insanların aciz kaldığı şey.
mu’cize-i kudret:
Cenab-ı
Hakkın kudretinin mu’cizesi.
muhtelif:
çeşitli.
mukabele:
karşılık verme,
karşılama.
muvakkat:
geçici.
nam:
ad, isim.
numune:
örnek.
okka:
dört yüz dirhemden
oluşan bir ağırlık ölçüsü birimi,
1283 gram.
saadet-i ebediye:
sonu olma-
yan, sonsuz mutluluk.
taam:
yemek, yiyecek.
tabiî:
tabiatı gereği olan, nor-
mal, alışılmış, olağan.
tazammun:
ihtiva etme, içine
alma, içinde bulundurma.
temevvücat:
dalgalanmalar.
tesadüfî:
tesadüfle ilgili, rast-
gele, tesadüf olarak.
ülfet:
alışma, kaynaşma, dost-
luk.
vazife-i fıtriye:
fıtrî vazife, ya-
ratılışa ait vazife.
yeknesak:
tek düzen, değiş-
mez.
zemin:
yeryüzü.
zerre:
en küçük parça, mole-
kül, atom.
zeyil:
ek, ilâve.
1...,674,675,676,677,678,679,680,681,682,683 685,686,687,688,689,690,691,692,693,694,...1032
Powered by FlippingBook