Emirdağ Lâhikası - page 352

mektubunda yazıyorsun. Hatta sen de biliyorsun; benim
ve risale-i nur’un aleyhinde istimal edilen en tesirli vası-
tayı hocalardan bulmuşlar.
Şimdi Haremeyn-i Şerifeyne hükmeden Vehhabîler ve
meşhur dehşetli dâhîlerden İbnü’t-teymiye ve İbnü’l-kay-
yim-i Cevzî’nin pek acip ve cazibedar eserleri İstanbul’da
çoktan beri hocaların eline geçmesiyle, hususan evljyalar
aleyhinde ve bir derece bid’alara müsaadekâr meşreple-
rini kendilerine perde yapmak isteyen, bid’alara bulaşmış
bir kısım hocalar, sizin, muhabbet-i Âl-i Beytten gelen ve
şimdi izharı lâzım olmayan içtihadınızı vesile ederek hem
sana, hem nur Şakirtlerine darbe vurabilirler. Madem
zemmetmemek ve tekfir etmemekte bir emr-i şer’î yok,
fakat zemde ve tekfirde hükm-i şer’î var. zem ve tekfir,
eğer haksız olsa, büyük zararı var; eğer haklı ise, hiç ha-
yır ve sevap yok. Çünkü tekfire ve zemme müstahak had-
sizdir. Fakat zemmetmemek, tekfir etmemekte hiçbir
hükm-i şer’î yok, hiç zararı da yok.
İşte bu hakikat içindir ki, ehl-i hakikat, başta eimme-i
erbaa ve ehl-i Beytin eimme-i İsna Aşer olarak ehl-i
sünnet, mezkûr hakikate müstenit olan kanun-i kudsiye-
yi kendilerine rehber edip, İslâmlar içinde o eski zaman
fitnelerinden medar-ı bahis ve münakaşa etmeyi caiz
görmemişler, “Menfaatsiz, zararı var” demişler.
Hem, o harblerde çok ehemmiyetli sahabeler,
nasılsa iki tarafta bulunmuşlar. o fitneleri bahsetmekte
o hakikî sahabelere, talha ve zübeyir (
rA
) gibi
aleyh:
ona karşı, onun üzerine.
bid’a:
dinin aslına uymayan adet
ve uygulamalar.
caiz:
yapılması veya yapılmama-
sında sakınca olmayan, uygun.
cazibedar:
çekici, cazibeli.
dâhî:
son derece zeki, anlayışlı,
deha sahibi.
dehşetli:
Müthiş akılları hayrette
bırakan.
ehemmiyetli:
önemli.
Ehl-i Beyt:
Hz Peygamberin so-
yundan gelen.
ehl-i hakikat:
hakikati arzulayan-
lar, gerçeği bulup onun peşinden
gidenler; Allah adamı.
Ehl-i sünnet:
İslam’ı ilk günkü sa-
fiyetiyle kabul ederek dinden ol-
mayan şeyleri karıştırmayıp, Hz.
Peygamberin sünnetinden ve yo-
lundan ayrılmayanlar.
Eimme-i Erbaa:
dört imam.
eimme-i isna aşer:
on iki imam.
emr-i şer’î:
şeriatın emri, dinî hu-
kukun emri, meşru olan emir, iş.
evliya:
keramet sahibi olanlar,
erenler, velîler, ulular.
fitne:
arabozan, fesat, karıştırıcı.
hadsiz:
çok, pek çok.
hakikat:
asıl, esas.
hakikî:
gerçek.
haremeyn-i Şerifeyn:
iki mukad-
des şehir, Mekke-i Mükerreme ve
Medine-i Münevvere.
harp:
savaş.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hükm-i şer’î:
Kur’ân-ı Kerîm’e ve
din-i İslâm’a uygun kanun ile ve-
rilen karar, şeriatın hükmü.
hüküm:
hakimiyet, hakim olma.
içtihat:
din âlimlerinin şer’î esaslar
dahilinde Kur’ân ve sünnete uy-
gun şekilde bir konuda fikir ortaya
| 352 | Emirdağ Lâhikası – ı
koymaları, hüküm vermeleri.
istimal:
kullanma.
izhar:
gösterme, açığa vurma.
kanun-i kudsiye:
kudsî ka-
nun.
madem:
çünkü, için, değil mi
ki, ...den dolayı, böyle ise, hele.
medar-ı bahis:
söz konusu,
bahsetmeye sebep olan, ve-
sile olan.
menfaat:
fayda.
meşrep:
gidiş, hareket tarzı,
tavır, tutum, meslek.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
muhabbet-i âl-i Beyt:
Âli
Beyt sevgisi, Peygamberimizin
ailesi ve neslinden gelenlere
gösterilen sevgi.
münakaşa:
tartışma.
müsaadekâr:
zorluk çıkarma-
yan, hoşgörü sahibi, uysal dav-
ranan.
müstahak:
istihkakı olan, hak
kazanmış, lâyık.
müstenit:
istinat eden, daya-
nan.
Nur:
Risale-i Nur.
sahabe:
Peygamberimiz Hz.
Muhammed’in mübarek yü-
zünü görmekle şereflenen ve
onun sohbetlerine katılan
mü’min kimse.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tekfir:
birini küfürle suçlama,
bir kimseyi yaptığı bir işten
veya bir sözden dolayı kâfir
sayma.
vasıta:
alet, araç.
Vehhabî:
bu mezhebe men-
sup olan.
vesile:
bahane, sebep.
zem:
yerme, kınama, ayıp-
lama.
1...,342,343,344,345,346,347,348,349,350,351 353,354,355,356,357,358,359,360,361,362,...1032
Powered by FlippingBook