hayatımdaki yaşadığım memleketleri ve ünsiyet ettiğim
ahbapları ve mufarakatlerinden çok mahzun olduğum
kardeşleri görmek için, beraber, kısmen hakikaten, kıs-
men hayalen o geçmiş mazide gezdin. sen de gördün ki,
o sevimli, müteaddit vatanlarımda, yüzde ancak bir iki
ahbabı bulabildin. ötekiler, bütün berzah âlemine göç-
müşler ve o sevimli hayat levhaları değişmiş, elîm ve ha-
zin bir vaziyet almış. daha o ahbapsız yerleri görmek is-
tenilmez. onun için, bu hayat ve bu dünya bizi kovma-
dan evvel ve “Haydi dışarıya!” demeden, biz kemal-i iz-
zetle, Allahaısmarladık deyip izzetimizle bu fânî zevkleri-
mizi bırakmalıyız.
(1)
»/
bÉn
Ñr
dGn
ƒo
g »/
bÉn
Ñr
dn
G
Umumkardeşlerimizebinlerse-
lâmveduaedenhastafakat
tammesrurkardeşiniz
SaidNursî
ì®í
Œ
149
œ
sizleri ve umum risale-i nur Şakirtlerini ve bilhassa
Medrese-i nuriyenin talebelerini ve bilhassa o mer-
humun akrabalarını, Medrese-i nuriyenin mübarek üs-
tadı Hacı Hafız Mehmed’in vefatı münasebetiyle taziye
ediyoruz. Ve nurlar hesabına bütün ruhucanımızla biz
dünyada kaldıkça ona dua-i rahmet etmeye ve Hafız Ali
ve Hasan Feyzi ortasında daima bütün manevî
ahbap:
dostlar.
âlem:
dünya, cihan; bütün yara-
tılmışlar.
berzah:
ruhların kıyamete kadar
bekleyeceği, dünya ile ahiret ara-
sındaki yer.
bilhassa:
özellikle.
dua-i rahmet:
rahmet duası, rah-
met için yapılan dua.
elîm:
şiddetli, çok dert ve keder
veren.
evvel:
önce, ilk, birinci, iptida, baş-
langıç.
fânî:
muvakkat, geçici.
hakikaten:
hakikat olarak, doğ-
rusu, gerçekten.
hayalen:
hayalî bir şekilde.
hazin:
keder meydana getiren, acı
uyandıran, hüzün veren.
izzet:
değer, itibar, şeref, yücelik.
kemal-i izzet:
izzet ve haysiye-
tinden taviz vermeme, tam izzet.
kısmen:
kısmî olarak, bir kı-
sım.
levha:
manzara, görünüş.
mahzun:
hüzünlü, kederli,
üzüntülü.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mazi:
geçmiş zaman.
medrese-i Nuriye:
nur med-
resesi; Risale-i Nur’ların okun-
duğu yerler.
merhum:
rahmete kavuşmuş,
ölmüş, ölü.
mesrur:
sevinçli, memnun.
müfarakat:
ayrılık, ayrılma,
uzaklaşma.
mübarek:
beğenilen, sevilen,
kızılan, şaşılan kimse veya şey
hakkında söylenir.
münasebet:
ilgi, alâka, yakın-
lık.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
Nur:
Risale-i Nur.
selâm:
barış, rahatlık, selamet
ve esenlik dileme.
şakirt:
talebe, öğrenci.
talebe:
öğrenci.
taziye:
baş sağlığı dileme, ya-
kını ölen kimseyi teselli etme.
umum:
bütün.
ünsiyet:
alışkanlık, ülfet, dost-
luk.
üstat:
maharetli, tecrübeli,
usta.
vaziyet:
durum.
vefat:
ölüm.
1.
Bâkî olan ancak Allah’tır.
| 346 | Emirdağ Lâhikası – ı