“ne için istirahat-i hayatına çalışmıyorsun, belki red-
dediyorsun? Ve gayet zevkli ve masumâne lezzetli bir ha-
yat ve bir ömür kendine nur dairesinde aramıyorsun ve
ölmeye karar verip razı oluyorsun?” dedi ve dediler. Bir-
den gayet kuvvetli iki hakikat, o ikinci nefs-i emmareyi
şeytanla beraber susturdu.
Birincisi:
Madem risale-i nur’un vazife-i kudsiye-i
imaniyesi benim ölümümle daha ziyade halisâne inkişaf
edecek ve hiçbir cihetle dünya işlerine ve benlik ve
enaniyete vesilelikle ittiham edilmeyecek ve rekabeti tah-
rik eden hayat-ı şahsiyemi bulmadığı için daha mükem-
mel ve ihlâs ile o vazife devam edecek. Hem ben dünya-
da kaldıkça gerçi bir derece yardımım olabilir; fakat adî
şahsiyetimin ehemmiyetli rakipleri, münekkitleri, o şah-
siyeti ittiham edebilir ve risale-i nur’a ihlâssızlıkla ilişebi-
lir ve bir derece çekinir, çekindirir. Hem bir derece bek-
çilik yapan bir şahsiyetin yatmasıyla, o daire-i nuraniye-
deki bütün ehl-i gayret müteyakkız davranır. Bir nöbet-
tar yerine, binler bekçi çıkar. elbette ölüm gelse, “Baş
üstüne geldin” demek gerektir.
Hem, madem nur Şakirtlerinden çokları hem malını,
hem istirahatini, hem dünya zevklerini, hem lüzum olsa
hayatını nurun hizmetinde feda ediyorlar. sen, ey nef-
sim, neden fedakârlıkta en geri kalmak istersin?
Hem kat’iyen bil ki: Çok bîçarelerin hayat-ı bâkiyele-
rini nurlarla kurtarmak hizmetinde, fânî ve zahmetli
Emirdağ Lâhikası – ı | 343 |
nefis:
insandaki bedenî canlılık;
yeme, içme, şehvet gibi biyolojik
ihtiyaçlara duyulan tabiî istek.
nefs-i emmare:
insana kötü ve
günah işlerin yapılmasını emreden
nefis.
Nur:
Risale-i Nur.
razı:
rıza gösteren, hoşnut olan.
rekabet:
rakip olma hâli, birbirini
çekememe.
şahsiyet:
kişilik, kişi özelliği.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tahrik:
hareket ettirme, harekete
geçirme.
vazife:
dinî mükellefiyet, yüküm-
lülük.
vazife-i kudsiye-i imaniye:
ima-
nın mukaddes ve yüce vazifesi.
vesile:
bahane, sebep.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşakkat.
ziyade:
çok, fazla.
adî:
basit, bayağı, sıradan.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cihet:
yön, sebep, vesile.
daire-i nuraniye:
nurlu, aydın-
lık daire.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i gayret:
gayret edenler.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, egoistlik.
fânî:
muvakkat, geçici.
feda:
gözden çıkarma, uğruna
verme.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, feda
eden.
gayet:
son derece.
gerçi:
her ne kadar...
hakikat:
gerçek, doğru.
halisâne:
temiz kalplilikle, sa-
mimî bir şekilde, sırf Allah rı-
zasını gözeterek.
hayat-ı bâkiye:
bâkî olan,
sonsuz hayat, ahiret hayatı.
hayat-ı şahsiye:
şahsa ait ha-
yat, özel yaşama biçimi.
ihlâs:
bir işi, bir ameli, başka
bir karşılık beklemeksizin, sırf
Allah rızası için yapma.
inkişaf:
ortaya çıkma, gelişme.
istirahat:
dinlenme, rahat-
lama.
istirahat-ı hayat:
hayatın ra-
hatlaması.
ittiham:
suç altında bulunma,
töhmetli olma.
kat’iyen:
katî olarak, kesin
olarak, kesinlikle.
madem:
çünkü, için, değil mi
ki, ...den dolayı, böyle ise, hele.
masumâne:
masumca, suçsuz
ve günahsız bir şekilde.
münekkit:
tenkit eden, ten-
kitçi, eleştiren, eleştirici.
müteyakkız:
uyanık bulunan,
basiretli.