Amerika’da olsaydınız, tarihlerde hürmetle yâd edilecek-
tiniz” dersiniz.
Aziz,DikkatliKardeşim!
Biz, insanların hürmet ve ihtiramından ve şahsımıza
ait hüsnüzan ve ikram ve tahsinlerinden mesleğimiz iti-
barıyla cidden kaçıyoruz. Hususan acip bir riyakârlık
olan şöhretperestlik ve cazibedar bir hodfüruşluk olan ta-
rihlere şaşaalı geçmek ve insanlara iyi görünmek ise,
nurun bir esası ve mesleği olan ihlâsa zıttır ve münafidir.
onu arzulamak değil, bilâkis şahsımız itibarıyla ondan
ürküyoruz. Yalnız kur’ân’ın feyzinden gelen ve i’cazı
manevîsinin lemeatı olan ve hakikatlerinin tefsiri bulu-
nan ve tılsımlarını açan risale-i nur’un revacını ve her-
kesin ona ihtiyacını hissetmesini ve pek yüksek kıymeti-
ni herkes takdir etmesini ve onun pek zahir manevî ke-
ramatını ve iman noktasında zındıkanın bütün dinsizlik-
lerini mağlûp ettiklerini ve edeceklerini bildirmek, gös-
termek istiyoruz ve onu rahmet-i İlâhiyeden bekliyoruz.
Şahsıma ait ehemmiyetsiz ve cüz’î bir maddeyi haşiye
olarak beyan ediyorum:
Madem recep Bey ve kara kâzım seninle dost ve
zannımca eski said’le de münasebetleri var. onlardan
iyilik istemek değil, belki bana karşı selefleri gibi ma-
nasız, lüzumsuz tazyik ve zulme meydan vermesinler.
Hakikaten buranın maddî ve manevî havasıyla imtizaç
edemiyorum. sıkıntılarım pek fazla. İkametgâhımı hem
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
aziz:
değerli.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
bilâkis:
aksine, tersine.
cazibedar:
çekici, cazibeli.
cidden:
ciddî olarak, gerçek ola-
rak.
cüz’î:
küçük, az.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
feyz:
ilim, irfan.
hakikat:
gerçek, asıl, esas.
hakikaten:
doğrusu, gerçekten.
haşiye:
bir kitabın sayfalarının ke-
narına veya altına yazılan açıkla-
yıcı yazı, derkenar.
hodfüruş:
kendini beğendirmeye
çalışan, övünen.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hürmet:
şeref; saygı.
hüsnüzan:
iyi fikirde bulunup, iyi
olacağını düşünmek.
i’caz:
mucizelik, insanların benze-
rini yapmaktan âciz kaldıkları şeyi
yapmak.
ihlâs:
samimiyet, dürüstlük, doğ-
ruluk.
ihtiram:
hürmet etme, saygı gös-
terme.
ikametgâh:
ikamet yeri, oturulan
yer, ev, hane.
ikram:
bağış, ihsan, bir şey sunma.
imtizaç:
kaynaşma.
keramat:
kerem ve bağışlar, ik-
| 336 | Emirdağ Lâhikası – ı
ramlar, lütuflar.
kıymet:
değer.
lemaat:
lem’alar, parıltılar,
parlayışlar.
maddî:
madde ile alakalı, cis-
manî.
madem:
...den dolayı, böyle
ise.
mağlup:
yenilme, kendisine
galip gelinmiş.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
meslek:
tutulan yol, sülûk edi-
len yer.
münafi:
zıt, aykırı.
münasebet:
ilgi, alâka, yakın-
lık.
Nur:
Risale-i Nur.
rahmet-i ilâhîye:
Allah’ın son-
suz rahmeti, İlâhî rahmet.
revaç:
rağbet, kıymet, değer.
riyakâr:
riya eden, iki yüzlü,
sahtekâr.
selef:
önce geçen; bir yerde,
bir işte, bir hâl ve mevkide di-
ğerinden önce bulunmuş olan
kimse.
şaşaalı:
parlak, gösterişli.
şöhretperest:
şöhret düş-
künü.
tahsin:
aferin deme, alkış-
lama.
takdir:
beğenme.
tazyik:
sıkıntı verme, baskı
yapma.
tefsir:
açıklama, izah.
tılsım:
herkesin bilip çözeme-
diği gizli sır.
yâd:
anma, hatıra getirme.
zahir:
açık, belli, meydanda.
zan:
sanma, kesin olarak bil-
meksizin kuvvetli ihtimalle
hükmetme.
zındıka:
dinsizlik, inançsızlık.
zulüm:
haksızlık, eziyet.