Emirdağ Lâhikası - page 326

nur hakikatlerinin müzakeresi ve vefat eden nurcuların
dairesinde meşgul olmalarını, merhamet-i İlâhiyeden
kuvvetle ümitvarız. İnşaallah, Cenab-ı Hak, onun vazife-
sini dünyada gördürecek, nur dairesinde çok Hasan
Feyzi’leri yetiştirecek.
(HaşİYe)
Yalnız o mübarek kardeşimiz, benim gibi resmî ilaçlar-
dan çekinmediği için bir sehivdir. Ben ondan ziyade ıztı-
rapta iken, “nurcuların duası yeter” diye maddî ilâçları
aramadım ve hastalık hakkında kimsenin fikrini alıp ev-
ham etmedim. o merhum kardeşimiz, bu noktada bana
muvafakate muvaffak olamamış. nurlar hakkında parlak
fıkralarında, bu bîçare kardeşine kendini kurban etmeye
söz verdiğinden ve nur vazifesini acele yapmasıyla istira-
hat âlemine gitti. Ben, hem onun akrabasını, hem Mu-
harrem gibi kıymetli, ciddî talebelerini ve denizli ve civa-
rı nurcularını tekrar taziye edip, bizler gibi onlar da o
merhumu hasenatlarına hissedar ederek hasenat cihetin-
de ölmemiş gibi, defter-i hasenatına haseneler yazdırsın-
lar diyerek umum onlara binler selâm ve ona binler rah-
met deriz.
HaşİYe:
Bu merhum kardeşimizin nura ait müteaddit vazifelerini tama-
men görecek ve şakirtlerin tensibiyle ve meşveretiyle intihap edilecek
bir yeni kahraman bulununcaya kadar o vazifeleri taksimü'l-a'mâl sure-
tinde herbir şakirt bir vazifesini yapmaya başlasın. demirbaş Ali
osman, bu vazife Isparta'da sana düştü. Hem oradaki kardeşlerin meş-
veretiyle, onun yeri boş kalmamak için nurla onun gibi çok alâkadar
birisi, şimdilik denizli Hüsrev'i vaziyetini alsın. ona hediye ettiğim tak-
keyi muhafaza etsin-tâ hakikî sahip çıkasıya kadar.
âlem:
dünya, cihan.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
ciddî:
gerçek olarak, hakikaten.
cihet:
yön, sebep, vesile.
civar:
çevre, yöre, etraf.
defter-i hasenat:
iyilikler, güzel-
likler defteri, insanların yaptığı iyi-
liklerin yazıldığı manevî defter.
evham:
vehimler, zanlar, kurun-
tular.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
hakikat:
gerçek, doğruluk.
hasenat:
iyi ameller, iyi işler, ha-
yırlar.
| 326 | Emirdağ Lâhikası – ı
hasene:
hayırlı amel, Allah rı-
zasına uygun iş.
hissedar:
hisse sâhibi, hissesi
olan.
ıstırap:
üzüntü veren bir du-
rumun meydana getirdiği kuv-
vetli acı, aşırı elem, azap, sı-
kıntı.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
istirahat:
dinlenme, rahat-
lama.
maddî:
madde ile alakalı, cis-
manî.
merhamet-i ilahiye:
Allah’ın
merhameti.
merhum:
rahmete kavuşmuş,
ölmüş, ölü.
muvafakat:
uyma, uyuşma,
uygunluk.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
müzakere:
bir iş hakkında ko-
nuşma, karşılıklı fikir söyleme,
danışma, görüşme.
Nur:
Risale-i Nur.
Nurcu:
Bediüzzaman Said Nur-
sî’nin eserlerine ve fikirlerine
taraftar olan, Risale-i Nur’ları
okuyup neşreden kimse.
rahmet:
şefkat, merhamet,
bağışlama ve esirgeyicilik.
resmî:
çok ciddî, çok sert.
sehiv:
hata, yanlışlık.
selâm:
barış, rahatlık, selamet
ve esenlik dileme.
talebe:
öğrenci.
taziye:
baş sağlığı dileme, ya-
kını ölen kimseyi teselli etme.
umum:
bütün.
ümitvar:
ümitli, umutlu,
uman, ümidi olan.
vefat:
ölüm.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
1...,316,317,318,319,320,321,322,323,324,325 327,328,329,330,331,332,333,334,335,336,...1032
Powered by FlippingBook