iki kitap ise, bir talebe, dersini ne derece anlamış diye
akşamda babasına ve üstadına yazıp vermesi gibi, o iki
dersimiz, o şefkatli allâmelerin nazar-ı müsamahalarına
arz edilmiş diye bu mektubu yazarsınız.
ì®í
Œ
137
œ
pek çok alâkadar olduğum ve risale-i nur’un gayet
ehemmiyetli bir merkezi ve az zamanda pekçok nur işi-
ni gören denizli Hüsrev’i ve gayet ciddî ve sadık rüfeka-
ları, hususan hâkim-i âdil ve Muharrem ve Hafız Musta-
fa ve sairenin namına bayram tebrikiyle, Hasan Fey-
zi’nin şiddetli ve tehlikeli hastalığını beyan eden bir mek-
tubu, çok ehemmiyetli bir kardeşimiz olan Muhar-
rem’den aldım. kanaat-i kat’iyem geldi ki, Hasan Feyzi,
aynen şehit Hafız Ali (rahmetullâhi aleyh) gibi, benim
musibetimin kısm-ı azamını kendine alıp manevî bir fe-
dakârlık eylemiş. Hafız Ali, benim bedelime birkaç ema-
re ile berzaha gittiği gibi, bu Hasan Feyzi de aynı hasta-
lığım zamanında, aynı vakitte, aynı müddette, aynı tarz-
da, aynı sıkıntılı dışarıya çıkmamakta tevafuku kuvvetli
bir emaredir ki, bana çok acıyan ve şefkat eden o karde-
şimiz, manen hastalığımı kısmen kendine aldı. Bu dört
cihetle tevafuk içinde yalnız bir fark var. Benimki zehir-
den, tesemmümden, onunki soğuktan gelmiştir. elbette
HastalarRisalesi
bizim bedelimize onu teselli edip iya-
detü’l-mariz gibi keyfini sormuş ve hastalıktaki büyük
Emirdağ Lâhikası – ı | 317 |
risale:
kitap.
rüfeka:
arkadaşlar, refikler.
sadık:
doğru, gerçek; sözünde,
vaadinde, işinde doğru olan.
sair:
diğer, başka, öteki.
şefkat:
karşılıksız sevgi besleme,
içten ve karşılıksız merhamet.
şehit:
vatan, bayrak, inanç gibi
yüce değerler uğrunda ölen Müs-
lüman kimse.
talebe:
öğrenci.
tarz:
biçim, şekil.
teselli:
avutma, acısını dindirme.
tesemmüm:
zehirlenme.
tevafuk:
uyma, uygunluk, birbi-
rine denk gelme.
üstat:
öğretici, öğretmen.
alâkadar:
ilgili, ilişki.
allâme:
ilmî seviyesi çok yük-
sek olan âlim.
arz:
sunma.
bedel:
bir şeyin yerini tutan,
karşılık.
berzah:
ruhların kıyamete ka-
dar bekleyeceği, dünya ile ahi-
ret arasındaki yer.
beyan:
açıklama, bildirme,
izah.
ciddî:
gerçek olarak, hakika-
ten.
cihet:
yön.
ehemmiyetli:
önemli.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, feda
eden.
gayet:
son derece.
hâkim-i âdil:
âdil hakim, ada-
let ile iş gören hükmedici, ada-
letli hüküm verici.
hususan:
bilhassa, özellikle.
iyadetü’l-mariz:
hasta ziyaret
etme.
kanaat-i kat’iye:
kesin ka-
naat, varılan kesin düşünce.
kısmen:
kısmî olarak, bir kı-
sım.
kısm-ı azam:
büyük kısım, ek-
seriyet, çoğunluk.
manen:
mana bakımından,
manaca.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
musibet:
felaket, bela.
müddet:
süre, zaman.
nam:
ad, yerine.
nazar-ı müsamaha:
göz yu-
man, görmezlikten gelen ba-
kış, hoş gören nazar.
Nur:
Risale-i Nur.
rahmetullâhi aleyh:
Allah’ın
rahmeti onun üzerine olsun.