Maşaallah, İnebolu, küçük bir Isparta ve tam bir Medre-
se-i nuriye olduğunu ispat ettiler.
Sani yen:
nurs köyü ve nursî lâkabımla ve nurlarla
münasebettar üniversite mektebinin pek gayretli bir nur-
cusu ve bir Abdurrahman ve bir salâhaddin kabiliyetin-
de Mustafa oruç’a evvelce eski harfle gönderdiğimiz
mecmualardan sonra, yeni harfle sekiz-dokuz parçayı
da, onun istemesi ve “üniversite talebeleri çok muhtaç
ve müştaktır” demesi üzerine gönderdik. Fakat o genç
şakirdin tecrübesi az olmasından, nurların himayesine
kâfi gelmediğinden ve lâyık ellere vermek ve muattal kal-
mamak için, nur Şakirtleri, hususan İstanbul’a yakın
olan veya uğrayan veyahut İstanbul’un içinde bulunan-
lar, nurun neşir ve himayesinde ona yardım etmek lâ-
zımdır.
Sal i sen:
denizli’nin bir manevî kahramanı merhum
Hasan Feyzi’nin (
rH
) Isparta kahramanı merhum Hafız
Ali’nin (
rH
) yanına gitmesi gerçi bizi çok müteessir edi-
yor; fakat onun gayet has bir talebesi ve nur’un halis bir
şakirdi sıddık Muharrem’in dediği gibi deriz:
o, bir cihette, ölmemiş; belki vazifesini acele bitirmiş,
âlem-i berzaha istirahat için gitmiş, terhis edilmiş. Hafız
Ali ile beraber, manen, şefaatleriyle ve bıraktıkları tesirli
nur hakkındaki eserleriyle yardım ediyorlar, yine manen
nura çalışıyorlar. elbette manevî şehit hükmünde olma-
larından, Meyve’nin on Birinci Meselesindeki ilm-i nahiv
talebesinin kendini medresede bildiği gibi, Hafız Ali ile
Emirdağ Lâhikası – ı | 325 |
müteessir:
teessüre kapılan, duy-
gulanmış, etkilenmiş.
neşir:
yayma, yayım, herkese du-
yurma.
Nur:
Risale-i Nur.
Nurcu:
Bediüzzaman Said Nur-
sî’nin eserlerine ve fikirlerine ta-
raftar olan, Risale-i Nur’ları okuyup
neşreden kimse.
salisen:
üçüncü olarak.
saniyen:
ikinci olarak.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şefaat:
birinden başkasının kusur-
larının veya suçunun bağışlanma-
sını dileme.
şehit:
vatan, bayrak, inanç gibi
yüce değerler uğrunda ölen Müs-
lüman kimse.
talebe:
öğrenci.
terhis:
izin verme, serbest bı-
rakma, salıverme.
âlem-i berzah:
ruhların kıya-
mete kadar kalacakları âlem;
kabir âlemi.
cihet:
görüş, görüş açısı.
evvelce:
daha önce.
gayet:
son derece.
gerçi:
her ne kadar...
halis:
her amelini, yalnız Allah
rızası için işleyen.
himaye:
koruma, muhafaza
etme.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hükmünde:
değerinde, ye-
rinde.
ilm-i nahiv:
gramer ilmi, dil
bilgisi.
ispat:
delil göstererek iddiayı
sağlamlaştırma.
istirahat:
dinlenme, rahat-
lama.
kabiliyet:
iktidar, liyakat.
kâfi:
yeter, kâfi gelir.
lâyık:
.
manen:
mana bakımından,
manaca.
manevî:
maddî olmayan, içe
ait, mana ile ilgili.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
maşaallah:
Allah nazardan
saklasın, ne güzel, Allah koru-
sun.
mecmua:
“Risale-i Nur” parça-
larından her biri.
medrese:
ders okutulan yer.
medrese-i Nuriye:
nur med-
resesi; Risale-i Nur’ların okun-
duğu yerler.
merhum:
rahmete kavuşmuş,
ölmüş, ölü.
mesele:
konu.
muattal:
kullanılamaz olma.
münasebettar:
ilgili, alâkalı.
müştak:
arzulu, fazla istekli,
iştiyak gösteren.